Bugün haftanın ilk günü ve ben yine bir atasözümüz ile yazıma başlayacağım. İnanın bizim millet olarak her anımız atasözlerimiz ile tıpa tıp uyuşuyor. Buda atalarımızın ileri görüşlü olduğunu gösteriyor.
Başlığın manasına geçmeden önce size hikâyemizi anlatayım. Bakalım başlığımızla örtüşüyor mu örtüşmüyor mu hep birlikte karar verelim.
Dünya turizminin önemli merkezi ve Türk turizminin başkenti olarak kabul gören Antalya’da madalyonun iki yüzü var. Biri çok iyi diğeri de çok kötü.
Her yıl hem turist hem de gelen uçak sayısında rekor üstüne rekor kıran bir şehir.
Hafta sonunda da öyle oldu. Haziran ayında 4 milyondan fazla turist geldi. Muhtemelen bugün yapılacak açıklamalarla bu rakamın 6 milyonu geçtiğini göreceğiz.
Tabi bu insanlar öyle yürüyerek veya zembille gelmedi değil mi? Dün Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, Antalya Havalimanı’nın geçtiğimiz cumartesi günü yeni bir rekora imza attığını duyurdu.
Buna göre; Antalya Havalimanı 29 Haziran 2024 Cumartesi günü iç hatta 127, dış hatta bin 19 olmak üzere toplamda bin 146 uçak trafiğine hizmet verdi. Bu uçaklarla 209 bin 540 yolcu geldi ve 2024’ün en yüksek yolcu sayısına ulaşıldı.
Sayın bakana göre bu bir rekor ve uluslararası standartlarda, kaliteden ödün vermeden en iyi hizmeti sunmak için herkes 7 gün 24 saat görev yapıyor, bununla da gurur duyduklarını göğsünü gere gere anlatıyor. Haklı!
Bakan Uraloğlu’nun açıklamasına benzer bir açıklama da Devlet Hava Meydan İşletmeleri (DHMİ) Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı Hüseyin Keskin’den geldi. Ne kadar gurur duysalar az!
Ancak; Antalya Havalimanı’ndaki durum sadece rakamlardan ibaret değil. Uçaklar inmek için havada tur atıyor yakıt harcıyor.
Yerde uçmak için sıra bekliyor yakıt ve zaman harcıyor. Firmalar rötar üzerine rötar uygulamak zorunda kalıyor.
Havada ve pistteki durum terminale de yansıyor. Uçuştan iki saat önce gelen yolucular hınca hınç terminalde 6-7 saat bekliyor. Sinirler gergin, görevliler kaçacak delik arıyor. Kaçamayanlar da yolcuların hışmına uğruyor. Bağrış çağrış derken dün bir firmanın ofisi basılıyor!
Ya yolcularını bekleyenler? Onlar da ayrı bir perişan. Terminal dışında gündüz 40 derece gece 30 derecede sivrisineklerle mücadele ederek gelecek yakınını bekliyor çığırtkan transfer şoförlerinin bağrış çağırışları arasında. Tam bir hengâme!
Bunun nedeni ise geçtiğimiz günlerde isyan eden turizmci Tolga Cömertoğlu’nun paylaşımı ile gündeme gelen DHMİ personelinin zam talebi nedeniyle iş yavaşlatma eylemi yapması. Çalışanların bağlı olduğu HTK-SEN ise eylemin 30 Haziran’a kadar süreceğini belirtmişti!
Yani dün bu eylemin son günüydü ve kriz zirve yaptı! Krizin zirve yaptığı gece uçuş ve yolcu sayısında rekora ulaşmak ise ayrı bir konu. İkisi bir arada.
Bakalım sendikanın açıklamasına göre bu eylem bugün devam etmezse işler yoluna dönecek mi? Aksi halde devam edecek olur, devlet buna el koymaz ise, hem Türk turizmi, hem Antalya hem de ekonomi telafisi mümkün olamayacak kadar büyük zarar görür.
Madalyonun arka yüzündeki durum çok vahim. Eğer krize çözüm bulunmazsa bu iş KARAKOLDA BİTER! Çünkü hem vatandaşın hem turizmcinin hem de çalışanların sinirleri çok ama çok gergin. Hava da sıcak.
Şimdi; ‘Aşağı tükürsem sakal yukarı tükürsem bıyık’ mevzusuna gelelim. Bu atasözümüzün anlamı iki ayaklı. Birincisi; insanın kötü sonuçlara yol açabilecek iki seçenekten birini seçmek zorunda kalması. İkincisi; karar vermesi zor olan meseleler karşısında bocalamak.
Hakikaten yukarıda yazdıklarım tam da bu anlamda. Bir tarafta kriz, diğer tarafta rekor. Varın gerisine siz karar verin.
----------------------
“EVDE YOKUZ” TAKTİĞİ!
Bugün madem turizmle başladık aynı konuyla devam edelim. Antalya gibi yerlerde yazlığı olanlar misafir korkusuyla evlerini açamıyorlarmış! Bunun nedeni ekonomik koşullarmış! Bunu ben değil emlakçılar söylüyor.
Çünkü ekonomik koşullar misafir ağırlamaya müsait olmadığı için dostluklar rafa kalkmış durumda. Kimse kimseyi ağırlayamaz halde. Bu korku nedeniyle birçok yazlık satışa çıkmış. Çünkü sıcak parayı faize yatırıp 5 yıldızlı tesislerde tatil yapmak daha ekonomik hale gelmiş.
Hatta yazlığı olup tatile çıkanlar bunu gizler hale gelmiş. Haksızlar mı? Bir aileyi bir hafta misafir etmenin maliyetini düşünün. Neredeyse yazlık sahipleri illaki gelmek isteyenlere, “Yanında yiyecek-içeceğini de alda öyle gel” diyecek konumda.
Bunu biraz daha ileri götürenler, ya EVDE YOKUZ ya da BAŞKA MİSAFİR VAR taktiği uygular hale geldi.
Benim bir tanıdığım var. Dedi ki, “Gelen olursa anahtarı veriyorum herkes kendisi birer haftalığına benim yazlıkta tatil yapıyor. En azından masraf daha az oluyor. Elektrik-su ödüyorum o kadar.”
Vallahi neresinden baksanız ‘AŞAĞI TÜKÜRSEM SAKAL YUKARI TÜKÜRSEM BIYIK’ misali!