İftarı yaptıktan sonra kan şekeri biraz yükselince insan koltuğa yığılıp kalıyor. Bende evde otururken şöyle bir geçmişe uzandım. Geçmişle günümüzü kıyasladım ve yaşamanın eskiden daha zevkli olduğuna karar verdim.
Gelişen ve büyüyen teknoloji, insanlara çok şey katması gerekirken, aksine insanların yaşamlarını daha bir yaşanmaz hale getirdiği açık ve net bir şekilde ortada. Bizim gibi 60’lı 70’li yıllarda yaşamış iseniz, çok iyi hatırlayacaksınızdır. Çünkü o zamanlarda arabalarda emniyet kemeri denilen bir şey yoktu. Tabii aynı zamanda kafalıklar ve hava yastıkları da!
Arabaların arka koltukları tehlikeli değil aksine eğlenceli idi. Kardeşler oturur ve çeşitli oyunlar oynarlardı. Şimdi bunların yerini bebek pusetleri aldı. Oyun deyince o zamanlar bebek oyuncakları da keyifli ve sağlıklı idi. Ne kurşun maddeleri vardı, ne de üzerinde kimyasal boyalar. Çaputtan ve telden yapılan oyuncaklar ile eğlenirdik.
Kimyasal ve insan sağlığını bozacak ürün ve malzemeler bulunmazdı. Dilediğimizce ve doyasıya oynar ve eğlenirdik. Şimdi ne ararsan var. Oyun oynamaya çıkmanın tek şartı, hava kararmadan evde olmaktı. O zamanlar cep telefonu veya tablet denen şeyler yoktu. Kimse nerede olduğumuzu da bilmezdi.
Sabah kalkar yarı uykulu okula giderdik. Çantamıza ekmek arası bir şeyler olur ve acıkınca atıştırırdık. Hoş okullar eve iki adım öteydi. Öğlen olunca sevinçle eve döner ve yemeğimizi yerdik. Bazen kavgalar eder üstümüzü yırtar veya dişimizi kırardık. Ama kimseden şikayetçi olmak gibi bir lüksümüz(!) yoktu. “Çocuk kavgası” denir güler geçerdi büyüklerimiz.
Peki şimdi durum ne? Küçücük tartışmada bile veliler okulları basıyor, yetmedi öğretmenleri tartaklıyor. Sonuç olarak hastane ve adliyede istenmeyen görüntüler yaşanıyor. Bu arada bolca tatlı ve tereyağlı ekmekler yerdik inadına. Kilo almak ve kolesterol gibi bir düşüncemiz yoktu. Çünkü biraz sonra dışarı çıkar akşama kadar koşarak yakardık onları.
Aynı ekmekten hepimiz birer ısırır, aynı limonatadan hepimiz içerdik. Aynı bardaktan içerdik ama kimse bundan dolayı da ölmezdi. Virüs ve mikrop sanki o dönemde firardaydı! O zamanlar bilgisayar, atari ve playstation yoktu ki. Körebe, saklambaç, misket, çelik çomak veya yedi kiremit gibi oyunlar oynanırdık arkadaşlarla. Her mahallede sek sek çizgilerine rastlanırdı.
İnternete giremez chat yapamazdık arkadaşlarımızla. Yoktu da zaten. Bunun yerine kendilerini görmeye gider, bolca sohbet eder konuşurduk. Bolca bisiklete biner veya koşardık doyasıya. Arkadaşlarımız ve akrabalarımızın evine teklifsizce girer, masalarına ve sofralarına teklifsizce sokulurduk. Çünkü herkes o mahallede kenetlenmiş bir aile gibiydi.
Aynı mahallede bulunan komşular arasında sıkı bir dostluk bağı vardı. Zaman gelir ekmekler karıştırılarak oturup karnımızı doyurur, ardından da çeşitli oyunlar oynayarak gönlümüzce eğlenirdik.
Naylon ayakkabılarla ve naylon toplarla maç yapar, oyundan çıkan arkadaşımızın suratı bile kırışmazdı. Gazozuna maçlar büyük bir çekişme içinde geçerdi. O zamanlarda da bütün öğrenciler başarılı değildi. Bazıları sınıfta kalırdı ama dünyanın sonu gelmezdi. İnsanlar psikolojik bunalımlara girmez, intihar nedir anlamını bile bilemezdik.
O zamanlar sınav stresi diye bir şey yoktu lugatımızda. Yarış atı gibi oradan oraya koşuşturmaz, okulumuzu başarıyla geçmenin mutluluğunu yaşardık. Peki şimdi?
Kısacası büyük bir özgürlük ve mutluluğumuz vardı. Çocukluğumuzu doyasıya yaşarken, her anın lezzetini yüreğimizde duyardık. Ben hala özlerim o günleri.
İnsanlara güvenir, onları sever ve sayardık. Onlarda çocukların başlarını okşar, şeker dağıtırdı. Bu nedenle kimsenin aklına kötü bir şey gelmez, bu konularla ilgili mahkemelere başvurulmaz idi.
İnsanlar bu denli vehimli (yersiz, anlamsız kuşku duyan) ve anlaşılmaz değildi. Komşu ağabeylerimiz bile bize karışabilir, olumsuz ve kötü davranışlarımız konusunda bizi uyarabilirlerdi.
Ailemiz bizi okula verirken “Eti sizin kemiği benim” der, öğretmenlerimize karşı gelmemiz veya diklenmemiz karşısında fena dayak yerdik. Ama hiçbir tarafımız eksilmedi, aksine saygılı, sevgili ve daha anlayışlı bireyler olduk.
Bulgur pilavı ve ayran ile büyüdük. Bisküvi ve çikolata bizim için birer ödül olmuştu. Bu denli rahat ve korumasız olarak yaşamamıza rağmen Allah’a şükür en küçük bir eksiğimiz olmadı bizde..
Zannedersem, ardımızdaki aydınlığın gücü ile önümüzdeki karanlıkların aydınlanmasını sağladık belki de. Aslında şimdilerine göre, YAŞAMAMIZ BİLE BİR MUCİZE (!).
Öyle değil mi?