Sözüm ona 2024, emekli yılıydı. Yarısı geçti, emeklinin yüzü neredeyse hiç gülmedi.
Elbette hepsinden bahsetmiyorum. En düşük emekli maaşına mahkûm olan ve geçim darlığı çekenleri söylüyorum.
Yoksa evi arabası olan ve karı koca emekli maaşı alıp gül gibi geçinenler hatta yan gelirleri olanlar bile var. Allah daha çok versin. Milletimizin refahı hiç düşmesin…
Ama emekli maaşından başka hiçbir geliri olmayan ve tek maaşla yaşayanlar çoğunlukta gibi…
Onlar için ‘sürünüyorlar’ demeye içim el vermiyor. Emekli yılı olan 2024’te onlar, en iyimser tabirle olsa olsa emekliyor olabilirler.
Yıllarca çalışmış ve bugünlerde en düşük maaşa mahkûm edilmiş 3,7 milyon emeklinin hem beli hem de boynu bükük.
Kimisi ilerlemiş yaşlarına rağmen halen çalışıyor. Kimisi evladının mürüvvetini planlayamıyor, kimi torununa harçlık veremiyor.
Çalışarak geçmiş ömürlerinde emeği hep sömürülmüş büyük yığının emeklilik günleri de duygularının sömürülmesiyle geçiyor.
Ha bugün ha yarın diye diye bir umut bekliyor ama her defasında hayalleri suya düşüyor.
İşte dün, en düşük emekli maaşı, 12 bin 500 lira olarak açıklandı.
16 milyon 200 bin civarındaki emeklilerin içinde bu en düşük maaşı alanların sayısı 3 milyon 707 bin.
Yani yaklaşık 4 milyon! Bir başka deyişle 4 emekliden 1’i en düşük maaşı alıyor. Kalan üçünün de eline geçen miktar açısından ondan bir farkı yok…
En düşük emekli maaşı alanların bütçedeki payı 33 milyar 200 milyon lira olarak açıklanırken ‘maliyet’ deniyor. Bütçeye ‘yük’ deniyor. Bütçe disiplini deniyor…
11 trilyon 89 milyarlık bütçenin 1,1 trilyon lirasının 6 Şubat depremi yaralarını sarmaya ayrıldığı söyleniyor.
EYT ile 2,5 milyon yeni emeklinin sisteme girdiğinden dem vuruluyor.
EYT konusunda kanaatim hiç değişmedi: Popülist bir adımdı. 60 yaşından önce emeklilik olamaz, olmamalı. Erken emeklilik ülkenin geleceğinden çalmaktır…
Ülkemizdeki siyasi tutarsızlığın ve istismara dayalı muhalif politikaların ürettiği vasat!
Hâlbuki matematik belli! Sistemde 4 çalışan varsa 1 emekli olabilir ancak o zaman emekli insani geçim şartlarında bir maaş alabilir.
Oysa bizde öyle mi? 16,5 milyon emekli var 23 milyon sigortalı çalışan…
Emekli başına 1,5 çalışan bile düşmüyor! Üstelik bu oran, her geçen yıl giderek azalıyor. Sürdürülemez noktaya geriliyor.
Peki, ne yapmak gerekir?
Hiç şüphesiz toplumda çalışma şevki ve motivasyonunu artırmak zorundayız. Fakat kolaycılığın genel bir kanı haline dönüştüğünü görüyoruz.
Ne yazık ki gençlerin en büyük hayalinin memurluk olduğunu görüyoruz. Dünden bugüne bakıldığında da son derece haklılar. Görüyorlar ki vergiyle maaş alanlar vergi verenlerden daha iyi durumda…
Hem her türlü ekonomik koşulda haklarını alabilecek örgütlülüğe sahipler hem de iş güvencesi var.
Oysa özel sektörde öyle mi? İşsizlik korkusundan hakkını talep edemeyerek yıllarca emeği sömürülen düşükten ödenen primleri dolayısıyla da bugün en düşük emekli maaşı almak mecburiyetinde kalan yüz binler var…
Bizim gibi ekonomisi yumuşak karnı olan ülkelerde ömrü emek sömürüsüne maruz kalarak geçen büyük yığının isyanı da tepkisi de eleştirisi de şayet şartlar düzeltilemiyorsa hoş görülmek zorundadır.
Onlar, ülkesinde hiçbir alanda eşitlenememiş büyük kitledir ki esasında ülkesi bir kesime sağladığı imkânları onlara sağlayamadığı için alacaklı ve mazur durumdadırlar.
Düşünün ki kırsalda dünyaya gelmiş ama eğitimde fırsat eşitliği nedir görmemiş sonunda işçi olmuş ve orada da hak ettiğini hiçbir zaman alamamış bir emekli, bugün en düşük maaşı alarak hayatta kalmaya çalışıyor.
Şimdi o vatandaş devletten alacaklı değil de kim alacaklıdır? Vatandaşına hiçbir alanda eşit hizmet tesis edemeyen sistem, en azından bir noktada eşitlenmeyi tesis edebilmelidir.
Yıllarca ülkenin yükünü çeken emektar ve kıymetli emeklilerimizin, bütçedeki yerini yük ve maliyet olarak tanımlamaktan vazgeçmek gerek…
Depremin maliyetini emeklilere ve dar gelirlilere ödetmekten geri adım atmak gerek…
Bakalım vergide neler olacak?
Ömrü çalışarak geçen emeklilere saygıyla…