İngilizler, Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'nın ardından imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerini ileri sürerek 25 Kasım 1918'de o dönemki ismi ile İskenderun Sancağı'na asker çıkardı.
Antakya ve çevresini işgal eden ve kentte yaklaşık bir hafta kalan İngiliz birliklerinin 7 Aralık 1918'de bölgeden çekilmesiyle onların yerini Antakya'ya giren Fransız askerleri aldı.
Misakımilli sınırlarında olmasına rağmen Hatay, 20 Ekim 1921'de Fransa'yla imzalanan Ankara Anlaşması sonucunda, Dörtyol ve Hassa hariç, özel bir statüyle Fransız mandası yönetiminde kalan Suriye topraklarına dahil edilerek Türkiye sınırlarının dışında kaldı.
Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesinde görev alan Prof. Dr. Ercan Karakoç, o dönemki Türk Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk'in anlaşmaya 7. maddeyi eklettiğini ve buna göre Hatay'da özel bir yönetim tesis edilerek Türkçenin de resmi dil hüviyetinde olduğunu aktararak "Türk vatandaşları kültürlerini ve dillerini geliştirme noktasında da teşkilatlanabilecekler diye madde koyduruyorlar. Bu madde önemli çünkü Türkiye 1936'dan itibaren bu maddeyi kullanarak Fransa'ya nota vermeye başlıyor. Fransa'ya sağladığınız bağımsızlık bu anlaşmaya göre buradaki Türklere de sağlanmalı manasında bunu kullanacak. Tengirşenk'in anlaşmaya bu maddeye ekletmesi önemli." diye konuştu.
24 Temmuz 1923'te Lozan Barış Antlaşması ile bağımsızlığını dünyaya duyuran Türkiye, Hatay konusunda Lozan'da da tam hedefine ulaşamadı.
DEĞİŞEN DÜNYA DENGESİNDE HATAY MESELESİ
1936'da Fransa'nın 3 yıl içinde Suriye'ye bağımsızlığını vereceğini bildirmesi üzerine Hatay, Türk dış politikasının temel gündem maddelerinden birisi haline geldi.
Ahi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesinden Doç. Dr. Mahmut Bolat da Fransa'nın 1936'da Suriye ve Lübnan'a bağımsızlık verme kararı almasına değinerek Hatay'ın ve oradaki Türklerin geleceğinin gündeme geldiğini ifade etti.
Bolat, bu sürece ilişkin, "Mustafa Kemal Paşa, gerçek anlamda burada diplomatik, güzel bir yol izlemiş. Suriye ve Lübnan'a verilen bağımsızlığı Hatay toprakları için de istemiş. Toprak isteyerek değil, Suriye ve Lübnan'a sağlanan bağımsızlığı Hatay için de isteyerek diplomatik yollarla meseleyi çözmeye çalışmış. İlk önce Hatay'ı bağımsızlığına kavuşturmak ve daha sonrasında Türk topraklarına yeniden katmak şeklinde iki aşamalı bir plan izlemiştir" şeklinde konuştu.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde oluşan siyasi konjonktürün çok etkili olduğuna işaret eden Bolat, "Türkiye'nin dostluğu aranılan bir dostluk, ittifakı aranılan bir ittifak haline gelmiş. İngiltere ve Fransa, Türkiye'yi yanına çekmek istiyor" dedi.
Karakoç da Türkiye'nin diplomasiyi kullanıp gerektiğinde askeri gücü de kullanmaktan çekinmeyeceğini gösterdiğini ve Hatay için de kurşun atmadan diplomasiyle meselenin neticelendiğini vurgulayarak şöyle devam etti:
"Buradaki temel, Türkiye'nin elini kolaylaştıran unsur ise Almanya'nın Avrupa'da tekrar barışı bozacağının anlaşılması, İtalya'nın Almanya'yla hareket edip dünyayı yeni bir savaşa doğru sürükleyeceğinin hissedilmesi. Bunlar Türkiye'nin elini kolaylaştırıyor. Hem İngiltere hem Fransa için bir tercih yapma noktasına getiriyor. Türkiye'yi haklı olduğu davalarında yalnız mı bırakmalıyız, Almanya'ya doğru yönelebilir diye düşünüyorlar. Türkiye'nin taleplerini kabul edip ittifak yapmasını mı isteriz noktasında hareket ediyorlar. Türkiye'nin isteklerini kabul ediyorlar. Türkiye de savaş başlamadan önce İngiltere ve Fransa'yla ittifak anlaşması imzalayacaktır."
HATAY'IN "BAĞIMSIZLIK" SÜRECİ
Hatay'ın Türkiye'ye katılması sürecinde diplomatik olarak en çok zorlanılan noktanın Fransa'nın süreci yavaşlatması olduğuna işaret eden Karakoç, bunun için Fransa'nın konuyu Milletler Cemiyetine havale ettiğini aktardığını, Fransa'nın Hatay'ın Suriye'nin içinde bir ayrı yapı olarak kalmasını istediğini ancak Türkiye'nin adım adım diplomasiyi kullandığı dile getirdi.
Aralık 1936'da Cenevre'de müzakerelerin başlaması ve gözlemci heyetinin Hatay'daki incelemeleri meselenin uluslararası kamuoyunda da gündem maddelerinden biri olmasını sağladı.
Türkiye, Hatay'ın "bağımsızlığı" için Milletler Cemiyetine başvururken Fransa'nın direnmesine rağmen, Türkiye'nin yoğun girişimleri sonucunda 27 Ocak 1937'de ileride Hatay'ın ana vatanı ile birleşmesinin yolunu da açacak olan ve Hatay'ı "ayrı bir varlık" olarak kabul eden "Sandler Raporu" ile taraflar prensip anlaşmasına vardı.
İlerleyen süreçte 2 Eylül 1938'de "Hatay Devleti" kuruldu ve Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra Hatay’ın işgaliyle bölgede Fransızlara karşı başlayan silahlı direniş hareketinin örgütlenmesinde önemli rol oynayan Tayfur Sökmen, devletin ilk Cumhurbaşkanı oldu.
Hatay'ın ayrı bir devlet olarak bağımsızlığını ilan ettiği dönemde doktor Abdurrahman Melek'in de kurulan devletin Başbakanı olarak görev aldığını anımsatan Karakoç, bu isimlerin Hatay'ın Türkiye'ye ilhak olacağı dönemde Türk milletvekili olarak seçileceklerini söyledi.
Karakoç, süreç içerisinde önde gelen isimlerden birinin de ileride Dışişleri Bakanı olan Feridun Cemal Erkin olduğunu ve Hatay karışmaya başladığı zaman buraya giderek bir rapor hazırlayıp Atatürk'e sunduğunu aktaran Karakoç, "Bu rapordan sonra Atatürk, biz Hatay'da genişletilmiş özerkliğe doğru çalışma yapıyorduk ama bu rapordan sonra Hatay'ı ilhak etmeye yönelik politika geliştirmeliyiz diyor. Erkin, Beyrut Başkonsolosu olarak anılarında bunu söylüyor." dedi.
HATAY'IN TÜRKİYE'YE İLHAKI
Türkiye ile Fransa arasında 23 Haziran 1939'da imzalanan "Türkiye ile Suriye Arasındaki Toprak Sorunlarının Kesin Çözümüne İlişkin Anlaşma" ile Türkiye-Suriye sınırı Hatay'ın Türkiye sınırları içinde kalacak şekilde çizildi.
Hatay Millet Meclisinin oy birliği ile aldığı karar doğrultusunda da Hatay, 29 Haziran 1939'da ana vatanı Türkiye'ye katılma kararı aldı.
TBMM tarafından, 7 Temmuz 1939'da çıkarılan "Hatay Vilayeti Kurulmasına Dair Kanun" ile merkezi Antakya olmak üzere Hatay vilayeti kuruldu.
ATATÜRK'ÜN HATAY'A GÖSTERDİĞİ ÖNEM
Hatay halkı işgal sürecinde Türkiye'den "kopuk" yaşamayı kabul etmezken, Mustafa Kemal Atatürk 15 Mart 1923'teki Adana gezisinde Hataylıların kendisini karşılamasından sonra tarihe sözlerini şöyle kaydetti: "Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz!"
Hatay'ı "şahsi davası" olarak niteleyen ve Hatay meselesine çok önem veren Atatürk, zorunluluk halinde Hatay için elinden gelen her şeyi yapacağını ise şu sözlerle duyurdu:
"(Silahlı bir hareket gerekirse) Böyle bir durumda derhal devlet reisliğinden, hatta mebusluktan istifa edeceğim, serbest bir Türk vatandaşı olarak bu işte çalışan arkadaşlarla beraber Hatay topraklarına geçeceğim. Oradaki mücahitlerle ve ana vatandan kaçıp bize katılacağından şüphe etmediğim kuvvetlerle meseleyi yerinde ve içten halletmeye çalışacağım."
Atatürk, 1 Kasım 1936'daki meclis açılış konuşmasında, "Milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan İskenderun, Antakya ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz" ifadelerini kullandı.
Karakoç, süreçte Atatürk'ün de etkili olduğuna ve Atatürk'ün Hatay davasının "şahsi bir unsur" olarak gördüğünü beyan ettiğine dikkati çekerek "En önemlisi daha 1938'de hasta olduğu dönemde herkesin, doktorlarının ısrarla dinlenmesini tavsiye ettiği bir dönemde Mersin ve Adana'ya geçmesi. Sürekli ayakta bulunarak sağlığından fedakarlıkta bulunuyor. Atatürk'ün Hatay'ı şahsi meselesi olarak görmesinden dolayı meselesinin çözümünde başrol oynadığını rahatlıkla söyleyebiliriz" dedi.
Bolat da bu süreçte Atatürk'ün hastalığının ve "artık bir şey yapamayacağı algısının" uluslararası medyada da yayıldığını ve Hatay meselesinin çözümünün engellemesi ihtimaline karşın Mustafa Kemal Paşa'nın hastalığına rağmen 19 Mayıs 1938'deki törenlerden sonra güneye gittiğini anlatarak "Doktorlar çok ciddi hayati risk taşıdığını ve böyle bir geziye çıkmasının hayatını riske edeceğini söylemesine rağmen bu geziye çıkıyor çünkü bu meseleyi şahsi meselesi olarak sahiplenmiş, her şeyi göze almış. Ki biz Hataylılar da onun için Mustafa Kemal Paşa'ya 'Hatay şehidi' diyoruz çünkü bu geziden sonra hastalığı ağırlaşmış, sonrasında vefat ediyor" diye konuştu.
HATAY'IN TÜRKİYE'YE DAHİL EDİLMESİNE TEPKİLER
Karakoç, Hatay'ın Türkiye'ye ilhak olmasına diğer ülkelerin verdiği tepkilere ilişkin Suriye'nin bağımsız bir devlet olduğunda Fransa kontrolündeki Hatay'ı kendi toprağı olarak gördüğünü belirterek ilk başlarda Suriye'den olumsuz açıklamaların olduğunu anlattı.
O dönemin Başbakanı İsmet İnönü'nün konuya ilişkin beyanlarından bahseden Karakoç, "(İnönü) 'Bu toprağı Ankara Anlaşması'yla Fransa'ya biz bırakmıştık, Suriye'ye vermedik. Dolaysıyla Hatay'la ilgili haklı taleplerimizi Fransa'dan istiyoruz. Muhatabımız Fransa. Suriyeliler bağımsızlıklarını kazanmak üzere olduğu bir dönemde Türkiye'nin dostluğunu tercih etmeli, düşmanlığını değil. Bu iki devletin de hayrına olur.' diyor. Beyrut'ta gösteriler oluyor, Türk konsolosluğuna gelen ve Türkiye'yi tebrik eden Araplar var. Bu manada Suriye ve Lübnan'la Türkiye'nin bir tarafta aleyhine açıklamalar olsa da Lübnan'da vatandaşlar konsolosluğa gelerek memnuniyetlerini beyan ediyorlar" diye konuştu.