Bugün mübarek Ramazan’ın 10’uncu günü. Havalar serin, günler kısa olduğu için oruç tutmakta zorlanmıyorum. Her ne kadar diyabet rahatsızlığım olsa da Allah sabrını veriyor.
Hepinizin malumu, Ramazan ayı süresince siyasete ve olumsuz hiçbir konuyla ilgili yazmayacağımı deklare ettim. Bazı dostlarım BAM TELİNE dokunmaması istese de DİL TATİLİMİ bozmayacağım.
Bu nedenle edebi yazılara devam ediyorum. Akrabanın akrabaya, kardeşin kardeşe, sağ elin sol ele hayrı olmazsa, yaşamanın ne anlamı kalır ki.
Bizim toplumumuzda bir söz vardır; “Kırk yıl sırtında taşırsın kıymet bilmez de, dinlenmek için bir dakika yere bırakırsın, senden kötüsü olmaz.”
Doğru mu? Keşke doğru olmasaydı. Keşke yanılsak. Fakat genelde bu böyle. Belki de bunun içindir ki yaptığımız her iyiliğin sonunu, “BALIK BİLMEZSE HALİK BİLİR” sözüyle bitiriyoruz. Bu dünyanın sahte rollerini alarak, ebediyeti kaybederek menfaatlere ortak olunuyor.
“Mevlana ile arkadaşları yolda giderken birkaç köpeğin birbirleriyle oynadıklarını görünce Mevlana’ya, “Üstat şunların haline bakınız, ne güzel dostlukları var” diyorlar.
Mevlana o tabloya bakıp ardından, “Aralarına bir kemik atın da siz o zaman görün” cevabını veriyor. Kıssadan hisse!
Paranın kölesi olmuş bir dünya da yaşamak ister miydiniz? Ben şahsen istemem. Haramlardan para kazananlar, insanları gözünden ve kulağından avlıyorlar. Göz görüyor, gönül çekiyor. Ne acı değil mi?
Küçük bir kıssadan hisse almak için mecazi bir anlam taşıyan şu hikaye bize yol göstersin;
“Çelimsiz, küçük bir kız çocuğu sokağın köşesinde oturmuş, yiyecek ve para dileniyordu. Üzerinde yırtık pırtık giysiler vardı. Yüzü gözü ise kir içindeydi. Çocuğun perişan bir hali vardı. Kız dilenirken sokaktan genç, sağlıklı, zengin görünümlü bir adam geçti. Kızı fark etmişti. Ama belli etmemek için, dönüp bir daha bakmadı. Geniş ve lüks evine, konfor içinde yaşadığı ailesinin yanına geldiğinde, çok güzel hazırlanmış bir akşam sofrası onu bekliyordu. Fakat az sonra, gördüğü o dilenci kız aklına takıldı yeniden. Sonra, kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah’a yöneltti. Böyle durumların var olmasına izin veren O değil miydi? İçin için O’na karşı; ‘Böyle bir şeyin olmasına nasıl izin veriyorsun? Neden o küçük kıza yardım için bir şeyler yapmıyorsun? diye yakınmaya başladı. Biraz sonra ruhunun derinliklerinden gelen şu cevabı işitti; -Yaptım. Seni yarattım ya!”
Velhasıl dostlar günümüz dünyasında akla kara, hakla batıl, haklı ile haksız öylesine iç içe girdi ki. Biri birinden seçilmez hale geldi ki ayıklayabilene aşk olsun.
Şimdi diyeceksiniz ki, “Gardaşım memleketimizde ve özellikle ilçemizde o kadar çok yazılıp çizilecek ve ilgilisinin dikkati çekilecek mesele dururken, sen nereden çıkarttın şimdi bu insanlık ölmüş falan filan meselelerini?”
Evet, çok ama çok haklısınız da, ben düşündüm ki, o yıllardır her dönem konuşulup dile getirilen, yazılan, çizilen ancak duvara konuşurmuşçasına cevapsız ve çözümsüz kalan klasik meseleleri yazmaktan hiçbir netice almayacağımız kesin.
Üstelik boş yere birkaç ‘Böyükbaş ağabeyimle’ şahımsa olmayan bir konu için kötü olmama değer mi diye düşündüm. Nasıl olsa onlar işi kılıfına uydurup bir şekilde kendilerince makul mazeretler üretiyorlar.
Aynı ilgili ve yetkililer şayet; mazeret ve bahane üretmekte gösterdikleri gayret ve başarıyı çözüm ve icraat üretme noktasında da gösterebilseler, inanın sonuç çok farklı olurdu değil mi?
Eee ne diyelim sonuç olarak yine dönüp dolaşıp benim o sıkça kullandığım klasik deyime gelip bağlanıyor. “Herkes kendine yakışanı yapıyor” vesselam.
Şimdi buraya kadar yazdıklarıma baktığımızda İNSANLIK ÖLELİ ÇOK OLDU cümlesini kurabiliriz. Sahii günümüzde İNSANLIK ÖLDÜ MÜ?
Vallahi kimin ölüp ölmediğini bilemem. Ancak insanlığı ölmeyen binlerce insan tanıyorum. Evet evet yanlış duymadınız. İNSANLIĞI ÖLMEMİŞ İNSAN!
İşte mübarek Ramazan ayında da bu İNSANLIĞI ÖLMEMİŞ İNSANLAR ile ayakta durduğumuzu görüyorum. İyi ki onlar var ve onların desteği ile RAMAZAN GÜZELLEŞİYOR!