Ağustos ayının son gününde ‘Gastronomi, enflasyon, gıda güvenliği’ başlıklı yazıda sizinle birtakım görüşlerimi paylaşmıştım. (https://www.liderhaber.com.tr/gastronomi-enflasyon-gida-guvenligi)
Eylül ayının 15’i ve 17’sinde ‘Yeşil Bursa Yeşil Gastronomi’ temasıyla Merinos Park’ta düzenlenen 2’nci Bursa Gastronomi Festivali’ne yönelik bir dizi önerilere yer verdiğim yazıda şöyle demiştim:
“Sayın başkana bu noktada bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Malumunuz gıda güvenliği yüzyılımızın en önemli konularından biri.
Öyle ki ‘gıda terörü’ diye bir gerçeklik var. Ve maalesef ki bu konuda Bursa’mızda kötü örnekler mevcut.
…Ve bunlar cezalara rağmen yılmıyorlar. Tarım ve Orman Bakanlığı’nca açıklanan her taklit ve tağşiş listesinde yer alan firmalar var. Denetimlere, cezalara rağmen bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar.
Halk salığı açısından tehdit olan, kentin simge ürünlerinin marka değerine zarar veren bu firmalara karşı en iyi mücadele tüketici ile birlikte verilebilir.
Bu noktada Bursalıların, gıda güvenliği konusunda bir duyarlılık geliştirmesine ön ayak olunabilir.
Ucuzun sağlıksız olabileceğini ve her pahalı ürünün kaliteli olamayacağını halkımıza anlatmalıyız.
Öte yandan böyle bir çalışma, usulüne uygun üretim yapan firmalarımızın da hakkını gözetmek ve haksız rekabeti ortadan kaldırmak anlamında bir kazanım olacaktır.
Dilerim bu büyük festivalde gıda güvenliği konusunda da daha büyük bir farkındalığa imza atılır.”
***
Dün Merinos AKKM’de gerçekleştirilen festival değerlendirme toplantısında, yukarıdaki önerilerimizin haklılığı bir kez daha gördük.
Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş ve ekibinin ev sahipliği yaptığı toplantıya festival katılımcılarının yalnızca üçte biri icabet etti. Başkan Aktaş, toplantıya katılımdan memnun kalmadığını dile getirdi. Haksız da sayılmazdı.
Düşünün ki bir organizasyon yapıyorsunuz, büyük yükü siz çekiyorsunuz ama bu işten fayda sağlayanlar sürece katılım sağlamıyor.
Yaklaşık iki saat süren toplantıda katılımcılar söz alarak görüşlerini aktardı. Onları dinlerken bir empatiye düştüm ve bir kez daha gördüm ki ‘siyaset bir yerde de tahammül işi!’
Evet istişare kıymetli. Evet görüş alışverişi değerli. Evet dehanın hangi tabakadan çıkacağı bilinmez. Evet hakikat güneşi fikir çatışmasından doğar. Ama her kafadan ses çıkması da bazen sabrı zorluyor. Bilgisiz fikir olur mu?
Neyse asıl konumuza gelelim.
Söz alan kişilerin aktardıklarıyla gördük ki hijyen ve gıda güvenliği festivalin yumuşak karnı olmuş. Ağzını açan oradan vuruyor.
‘Ben demiştim’ neşesi, içimdeki pesimist sesi boğuyor. Fakat nafile!
Kirletmeye, tüketmeye ve israf etmeye teşne bir toplum yapısı var. Bu büyük yığını okul sıralarında, cami saflarında, peygamber ocağında hizaya sokmaya çalışıyoruz lakin sonuç hep aynı…
Görüyoruz ki israftan kaçınmayan toplumu yüksek enflasyon terbiye ediyor. Şerden hayır devşirerek teselli oluyoruz.
Güvenli gıda farkındalığı olmayanı sağlık sigortaları da kurtaramıyor. Hormonun şişirdiği midelerimizle birlikte beyinlerimizi de küçültüyoruz.
***
Bu noktadabir düşünce parantezi açmak istiyorum.
Toplum eleştirisi yapmak ve kitleyi bu yüzleşmeye çekmek zorundayız.
Ve bir soruya yanıt bulmamız gerekiyor: Toplum mu bizi yönetecek yoksa biz mi toplumu?
Bu sorunun doğrudan iki muhatabı var. Birincisi yönetici sınıf. İkincisi fikir işçileri.
Tüm icraatlarını toplumun talebine indirgeyenler, zaman içinde kendilerini çürümenin içinde bulacaktır.
Çünkü bir kitlesellik akımının neden olduğu erozyon, rüzgâr ve suyun sebep olduğundan daha tehlikelidir.
‘Şov devam etmeli’ düşüncesiyle popüler olana yönelim, bizi hakikatten uzağa sürükler.
Oysa hem yönetici sınıfın hem de fikir işçilerinin topluma birtakım edinimler kazandırması veya unutulmuş karakterini hatırlatması gerekiyor.
Bunu başarabilenler, yönetici kalabiliyor ya da fikir işçisi sayılıyor…
***
Peki, bunları neden bu yazıda aktarıyorum? Çünkü bu tarz etkinliklerin topluma çeki düzen vermede rolü olduğuna inanıyorum.
Yüz binlerce insan toplandı. Yedi, içti, eğlendi, kirletti ve gitti. Ne öğrendiler? Bursa’nın meşhur lezzetlerini… Yeter mi? Yetmez!
Oraya gelenler; israf ve gıda güvenliği konusunda bir farkındalığa erişti mi?
Emek ve yemek denklemini anladı mı?
Gıda atıkları konusunda ne yapması gerektiğini gördü mü?
Bu etkinlik toplumun günlük hayat pratiğine bir eylem disiplini kazandırdı mı?
Görünürde hayır!
***
Bunları kesinlikle festivali değersizleştirmek için söylemiyorum. Aksine kıymetli bulduğum ve bir misyon daha üstlenmesi gerektiğini düşündüğüm için yazıyorum.
Yoksa ekonomik şartların zor olduğu ve yüksek enflasyon ortamında böyle bir organizasyonla yüz binlere ulaşmak öyle kolay iş değil. Ve henüz yolun başı sayılacak bir noktada önemli başarı elde edildi. Tanıtıma hizmet etti, kente moral ve dinamizm verdi… Bu çerçeveden Başkan Aktaş ve ekibini tebrik etmek gerekir ki şehre bir festival kazandırdılar…
Ben, ‘hazır bu insanlara ulaşmışken gelin bir eğitici rol de üstlenelim’ diyorum.
İşin açığı bu çağrıyı, sadece festivalin hem mali hem de organizasyon yükünü çeken Büyükşehir Belediyesi’ne değil tüm kente yapıyorum.
Katılımcı firmalara, sivil toplum kuruluşlarına, etkinliğin paydaşı olan yapılara ‘sorumluluk çemberini genişletin’ diye sesleniyorum.
Romantik bir çağrı gibi görünse de esasen çok da umutlu değilim. Zira kaymak belli, süt belli…
Kimi duyar kimi duymaz! Bazısı ilgilenir bazısı ilgilenmez. Orasını zaman gösterir…
Bizim işimiz toplumla sürüklenmek değil, toplumu sürüklemek.
Saygılarımla…