"Canım kardeşim, güle giyin bu montu, üşüme"
Gözyaşlarına boğuldum o küçücük kâğıda yazılmış büyük yürekli sekiz on yaşlarındaki çocuğumuzun yazdıklarını okuyunca.
Her yer yıkık, döküktü şehirde.
Tüm alışveriş merkezleri kapalıydı.
Çeşmelerden akan su çamur gibiydi.
Su arıyorduk.
Fırınlar kapalıydı.
Ekmek arıyorduk.
Çarşı dediğimiz merkez yıkılmıştı ama herkes merkeze gelmişti.
Orada bir panelvan denen araçta iki delikanlı seslendi:
"Amca, gel ne istiyorsan verelim, neye ihtiyacın var"
Döndüm baktım Trabzon'dan gelmişler.
Arabalarına Trabzon ekmeği, su, süt, bisküvi gibi şeyler doldurup alelacele Malatya'ya gelmişler.
Duymuşlar, izlemişler, koşmuşlardı yanımıza.
Alicenap milletim benim.
Sonra Kapalı çarşı üstündeki meydana o karda kışta çadır kurulmuş ve taa Özbekistan'dan gelmişlerdi soydaşlarımız.
Kazanlar dolusu etli pirinç pilavı kuyruğa girenlere dağırıyorlardı.
Tarifsiz acılarımıza el uzatıyorlardı.
Duygulandım.
Yalnız değildik.
Akşam TV izlerken Trabzonlu o annemi izledim gözyaşlarına bir daha boğuldum.
Yaşlı bir yeyze, beli bükük, iki büklüm olmuş o zayıf haliyle güçlü ineğini çekerek getiriyordu.
Sordular: Nereye götürüyorsun annem ineği, sana yardım edelim.
Annem bir elinde ince bir sopa bir elinde ineğin bağlı olduğu ipi çekerek
"Depremzedelere bağışlıyrum, onlar orada açlar, üşiyorlar, aha satın bunu parasını yollayın"
Hadi gel de hıçkırıklara boğulma.
Daha nice yürekleri burkan yardımseverlerin yaşanmış hikayelerine şahit olduk.
Bu millete "Asil ve necip millet" diyoruz ya, gerçekten öyleyiz.
Bu devlete ve millete Rabbim zeval vermesin.
Bir daha böyle afetlerle acılar yaşatmasın.
Amin.