"Sakın sevinmeyesiniz ha"
"Bak, karışmam sonra"
"Sevinirsen, sevinç çığlıkları atarsan, zılgıt çekersen, evine Filistin bayrağı asarsan gelir seni alır gerisin geriye getirir, tekrar hapse tıkarım"
"Bunu bilmiş ol"
Parmağını sallayarak, sert bir şekilde ve tehdit ederek:
"Anladınız mı?"
Orada bulunan mahkumların hepsi ürkek ve tedirgin olarak:
"Evet, tamam, olur" anlamında başlarını öne, arkaya salladılar.
Tutukluydular.
Kimi aylardır kimi yıllardır işkence görüyordu.
Kadınlar vardı aralarında, yaşlı, genç.
Genç kızlar vardı, çocuk olan ve az biraz büyük olan.
Sonra çocuklar vardı, henüz sekiz, on yaşlarındalar.
Bunların suçu taş atmak.
İsrail hapishanelerinde zulüm yaşamışlardı hepsi.
Yiyecek yok.
Su yok.
Banyo yok.
Yatak yok.
Revir yok.
Doktor yok.
İlaç yok.
Neden, niçin diye soru sormak hiç yok.
O yok bu yok şu yok.
Ne var öyleyse?
Ne olması bekleniyor ki?
İnsanlık dışı herşey var İsrail hapishanelerinde.
Tıpkı zalim Esat denen caninin Suriye hapishanelerinde olduğu gibi.
Zulüm var.
İşkence var.
Dayak var.
Baskı var.
Ölüm var.
Bunlar Filistinli mahkûmlar ve bir şekilde "suçlu" bulunmuş içeri tıkılmışlardı.
Ateşkes olunca salıverilecekler listesinde isimleri vardı.
Sevindiler.
Ama öyle bir tehdit ve baskı geldi ki
sevinçleri kursaklarında kaldı.
Dünya insan hakları savunucuları bile bu zulmün önüne geçemiyor.
Hamas'ın bıraktığı üç Yahudi esir kadın ise öyle sevinçliydiler ki evlerinde bayram havası vardı.
Sevinç çığlıkları sokakları arşınladı.
Sabaha dek çaldılar, şarkılar söylediler, serbest kalmanın tadını çıkardılar.
Filistinliler ise evlerine buruk döndüler.
Elhamdülillah diyerek ancak kucaklaşabildiler.
Eğer İsrailli esirler gibi sevinecek olurlarsa o zulüm ve işkence kokan hapishane odalarına yeniden girmek var.
Sakın sevinmeyesiniz ha...