Bugün mübarek Ramazan’ın 20’inci günü. Havalar bir sıcak bir serin. Hepinizin malumu, Ramazan ayı süresince siyasete ve olumsuz hiçbir konuyla ilgili yazmayacağımı deklere ettim. Bazı dostlarım BAM TELİNE dokunmamı istese de DİL TATİLİMİ ısrarla bozmayacağım.
Bir hikâye ile başlayacağım bugün. ŞEREFLE YAŞAMAYI anlatmak için. Bu konuyu Prof. Dr. Abdullah Özbek Hocam da yıllar önce dile getirmişti. Ben de onun sözlerinden alıntılar yaparak konuya girmek istiyorum. Bir gün, cömertliği ile ünlü Hatem Tai’ye şöyle bir soru sorarlar; “Dünyada, kendinden daha cömert, daha gönlü zengin birini gördün ya da işittin mi?” diye.
Bunun üzerine Hatem şöyle bir olay anlatır; “Bir gün kırk deve kestirmiş, Arap beylerini davet etmiştim. Herkes yemek içmekle meşgul iken atıma binip sahranın bir tarafına doğru gezmeye gitmiştim. Baktım ki, bir kimse dikenleri kırmış, bir yığın yapmış. Yaklaşarak sordum, ‘Arkadaş! Niçin Hatem’in ziyafetine gitmiyorsun? Halk onun sofrasına toplanmış…’ dedim.
Oduncu ne dedi bakınız, “Her kim kendi elinin emeğini yerse, Hatemi Tai’nin minnetini çekmez! İşte ben o kişiyi, himmet (çalışma, çabalama) ve şerefini koruma hususunda, kendimden daha yüksek gördüm.”
Evet, çalışıp çabalamak ve şerefini korumak… İşte bütün mesele budur. Ömrünü, çalışmanın hem bu dünya, hem öteki dünya için şart olduğunu anlatmakla geçiren Mehmet Akif Ersoy, bu konuda şöyle bir ikaz yapar; “İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz? Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işte gerek!... Lafı bol, karnı geniş soyları taklit etme. Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek!”
Ne yazık ki, ırkına, yani atasına çeken ve yiğitliğin ‘İŞ YAPMA’da olduğunu, gereği kadar bilen bir nesil yetiştiremedik gibi geliyor bana. Bakınız, ne diyor o atalarımız:
“İşine hor bakan, (sanatını hor gören) boynuna torba takar. Taşıma su ile değirmen dönmez. Elden gelen övün olmaz, o da vaktinde bulunmaz. Sokma akıl sekiz adım gider. Koyma akıl akıl olmaz. Borçsuz çoban yoksul beyden yeğdir. Borç yiyen kesesinden yer.”
Peki, öğrettik mi bunları? Neredeeee? Maalesef, yiğitliği kaçmada ve kaytarmada bulan, işe gelince sıvışan, ama aşa gelince girişen asalaklar yetiştirdik. Bakın şöyle bir çevrenize. Net olarak görürsünüz bu tipleri. Devletten beslenmek için can atanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Çoğu tufeyli geçinip gidiyor.
Bir dönem “HAMİLİ KART YAKINIMDIR” sözü vardı ve dayıların himmet ifadesi olarak yürütülürdü. Rüşvet, torpil, adam kayırma, tefecilik, bölgecilik, belgecilik, akrabacılık, mezhepçilik, tarikatçılık, cemaatçilik, ırkçılık, çetecilik, efelenme, ideolojik tercihcilik, başını alıp gitmişti.
Bu durumlar bir dönem yok olmuş gibi görünse de sanki günümüzde tekrar HORTLAMIŞ gibi. Ehil ve liyakat sahibi, yetenekli insanlar maalesef hak ettiği değeri görmüyor. Bakıyorsunuz, cehalet her tarafta diz boyu. Hırsızlık, yolsuzluk almış başını gidiyor.
Ben bunları söyleyince kızıyorlar; “ İyimser ol, bardağın dolu tarafına bak” diyorlar. Mesela devletin malında TÜYÜ BİTMEMİŞ YETİMİN hakkının olduğunu, gel de söyleme.
O, DEVLETİN MALININ DENİZ olduğunu düşünüp bir dalıyor. Dalış, o dalış. Borç yiğidin kamçısıymış. Bizimki hırsla bir yiyor; iki seksen yerde.
Büyük şair ve hikmet adamı Fuzuli de yakınmıştı bu durumdan. Ve demişti ki; SÖYLESEM TESİRİ YOK, SUSSAM GÖNÜL RAZI DEĞİL! Susmayacağız ve söyleyeceğiz, söylemeye devam edeceğiz. Ama söz verdiğim gibi Ramazan’dan sonra!
Uzakları da, tuzakları da, kızakları da anlatacağız. Aklımızın erdiğince, dilimizin döndüğünce. Gönülden, kimseden bir teşekkür bile beklemeden. Anlatalım ki, ikide bir NAMERDE muhtaç olmayalım.
Baksanıza, birileri ‘HÖT’ deyince feleğimiz şaşıyordu bir dönem. Şükürler olsun ki o eski TÜRKİYE değiliz artık. Ne gavurun ekmeğini yiyeceğiz, ne de kılıcını sallayacağız!
Bize yaraşan, ÇALIŞMAK ve ŞEREFİMİZLE YAŞAMAKTIR.