Bayram biter bitmez cebimde biriken malzemeleri tek tek kullanmaya başladım.

Bu nedenle bugünlük konuyu değiştirme adına spora dolayısı ile şehrin marka değeri Antalyaspor’a değinmek istedim.

Antalyaspor hayli zorlu günlerden geçti. Kırmızı beyazlılar bu sezon da Süper Lig’de kalmayı başardı. Her ne kadar matematiksel olarak garanti olmadan futbolda bazı şeyleri söylemek yanıltıcı olsa da... Lakin ortaya çıkan tabloya göre Akrep, seneye de Süper Lig’de yer alacak gibi görüntü verdi.

Son 10 yıldır sürekli Süper Lig’de yer alan, 58 yıllık tarihinin 29’unda en üst ligde boy gösteren Antalyaspor, artık sadece Akdeniz’in değil, Türk futbolunun önemli kulüplerinden biri oldu.

Peki, hal böyle iken Antalyaspor yeteri kadar iyi yönetiliyor mu, şehrin dinamikleri takımına sahip çıkıyor mu? Hak ettiği yer buralar mı? Bu soruları sorduğumuzda farklı şeyleri söyleyebiliriz.

Birçok Anadolu kentinin takımına belediyeler önemli destek veriyor. Örneğin hemen yanı başımızdaki şehir Konya! Tesislerin ve stadın çimlerinin bakımı, çevre düzenlemesi, elektrik ve su paraları bile belediye tarafından karşılanıyor.

Azıcık öteye gittiğimiz zaman Kayseri’de, Hatay’da, Sivas’ta ve Gaziantep’te belediyelerin farklı destekleri ve katkıları var şehrin marka değeri takımlarına. Ama Antalya’da? İşte mesele burada!

Antalyasor A.Ş.’nin dolayısı ile Antalyaspor’un Başkanı Sinan Boztepe. Nereli dersiniz? Aslen Sivaslı. Kendisi başkanlığını “Bir heves ile başladı, sevdamız oldu” sözleriyle özetliyor.

Boztepe’nin yönetimi 29 isimden oluşuyor. Gelin görün ki çaba sarf edenlerin sayısı 5-6’yı geçmiyor. Sayısal olarak çoğunluk amma iş yapanlar azınlık!  

Görüyorum ki; Sinan Boztepe ve arkadaşları ne yaparsa yapsın ne spor camiasına ne de şehre yaranamıyor. Hataları yok mu? Var. Bunu zaman zaman kendisi de dile getiriyor zaten.

Şimdi size birkaç bilgi vereyim. Başkan Boztepe, Antalyaspor’un puan ortalaması olarak sportif anlamda en başarılı üçüncü başkanı. 58 maçta 21 galibiyet 16 beraberlik ve 1,36 puan ortalaması ile Hasan Subaşı ve Hasan Akıncıoğlu gibi iki önemli başkanı bile geride bırakmış.

Sinan Boztepe’nin elinde bir cevher de yok kaynak da. Elinde Haji gibi 9 milyon avroya satılacak bir futbolcusu da yok. Kendilerinden öncekilerin az da olsa aldığı, kendisinin hiç tanışamadığı hafriyat geliri de yok! Lafın kısası sabit gelir kaynağı neredeyse yok.

Çoğunluk bilmez ama yayın geliri de yok Antalyaspor’un. Evet, evet yanlış okumadınız yayın geliri yoook. 2 yıldır, önceki dönemlerden konulan temlikler nedeniyle TFF’den gelecek olan tüm gelirler ödemelere gidiyor.

Bildiğim kadarıyla Antalyaspor yönetimi dünya şehrinden (Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, önceki dönem Dışışleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Vali Hulusi Şahin dışında) destek almazken ve hiçbir geliri yokken sadece kişisel ilişkileriyle para buluyor. Eğer bu şartlar altında gecikmeli de olsa futbolcusuna para ödeyen, son maçın primi hariç prim ve personeline maaş borcu olmayan bir kulüpten bahsediyorsak; bu da şapkadan tavşan değil, zürafa çıkarmak gibi bir şey olsa gerek!

İşin saha kısmına gelince, Alex kararı ne kadar hatalı ise Emre Belözoğlu kararı o kadar doğru. Alex 18 maçta 21 puan toplarken, Emre 11 maçta 18 puana ulaşmış bile.

Alex’i getirdi diye Sinan Başkan’ı yuhalayanların, “Bu başarı Emre’nin” demesini de samimi bulmuyorum.

İnanın sürekli spor yazmasam da bir spor yazarı olarak Sinan Boztepe’ye biraz haksızlık edildiğini düşündüğüm için böyle bir yazı kaleme almak istedim. Evet, kişisel menfaatlerini değil, kulübü düşünenlerin benimle aynı fikirde olduğuna da inanıyorum!

------------------

KALDIRIMDA YAYA OLMAK

Necip Fazıl Kısakürek, ‘Kaldırımlar’ şiirinin bir bölümünde, kaldırımlar için bakın neler diyor; “Kaldırımlar, çilekeş insanların annesi/ Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır/ 

Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi / Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir insandır.”

Ah büyük üstat Necip Fazıl ah! Kaldırımın halinden, kaldırımda yürüyenler, kaldırımda yaşayanlar ve kaldırımın haleti ruhiyesini anlayanlar bilirdi.

Şimdi, ortalama 2-3 yılda bir taşını değiştirdiğimiz, seyrine doyamadığımız, ancak yürümeye imkân bulamadığımız kaldırımlar var. Nedenine gelince; kaldırımlarımız işgal altında. Kaldırımda yaya olmak, en işlek caddede yürümekten daha zor. Kaldırımlar, para kazanma hırsıyla dükkânını caddeye kadar genişletmekten çekinmeyen fütursuz esnaflar tarafından işgal edilmiş durumda.

Biz büyük bir şehirde mi, yaşıyoruz? Galiba öyle! Kim bilir, belki de yaşadığımızı sanıyoruz.

Kaldırımları işgal edenlerde, Allah korkusu yok mu? Vardır elbette. İyi de bu hırs niye? İşte onun cevabı yok.

Gelelim yaptırım gücü elinde olanlara. Yani belediyelerimizin Zabıta Müdürlüklerine... Kaldırım işgali suç mu? Sanırız suç ama hiç değil gibi davranılıyor. Çünkü işgal her geçen gün büyümeye devam ediyor. Yakında, ortada kaldırım (refüj) namına bir şey kalmayacak!

Bizim bu esnaflara gücümüz ve hükmümüz geçmiyor deyiverseler, inanın ağzımızı açmayacağız. Kaldırım işgallerine gücü yetmeyenin gücü kime yeter?

Kaldırımları tertemiz görmek istiyorum diyen var mı, yok mu? Bu müsamahaya kim ya da kimler arka çıkıyor, öğrenmek istediğimiz o. Bir Belediye Başkanı, “Kaldırın şunları” diyecek, esnaf kolaysa “Kaldırmam” diyecek!

Yahu Sayın Başkanlar; artık tam manasıyla anladık ki, bu kaldırım dediğiniz hizmet, biz yayalar için değil. Bir gün arabanıza binmeyin, bizim geçtiğimiz kaldırımlardan yaya olarak bir yürüyün. Kaldırımlar bir Belediye Başkanı görsün. Görsün ki, belki bir şeyler düzelsin!

Belki, o kaldırımlarda Necip Fazıl’ın dediği gibi kırılanları, kıvrananları, kaldırımların üzerinde yürümeye çalışan insanları görürsünüz. Siz böyle yaptığınız müddetçe, biz de istediğimiz gibi düşünmek zorundayız.