“Sosyal tembellik” kavramını, bir grup insanın azalan sorumluluk bilinci olarak adlandırabiliriz.

Bu şu demektir: Bir olay karşısında insanlar bireysel olarak var olduklarında daha fazla sorumluluk duygusuyla hareket ederlerken, grup halinde olduklarında her bir bireyin daha az sorumluluk duygusu hissetmesi ve bunun sonucunda da grubun, olaylar karşısında daha pasif ve eylemsiz kalması demektir.

***

Psikolojide bu konu ile ilgili yapılan bilimsel bir deneyi sizlere aktarmak istiyorum.  Fransız bilim insanı Max Ringelmann bir grup insanla ip çekme deneyi yapıyor ve ipi çeken insanlar ne kadar çoğalırsa, ip çeken her bir insanın sarf ettiği kuvvetin de o oranda azaldığını görüyor.

***

Max Ringelmann, bu deneyini bilimsel kılmak için şöyle bir yöntem kullanır. 20 öğrenciye tek başlarına ve gruplar halinde beş metre uzunlukta bir ipi çekmelerini isterken, ipin diğer ucuna da bir kuvvetölçer koyar. Bu alet deneklerin harcadıkları kuvveti gösterir. İpin ucundan iki kişi çektiğinde, iki deneğin ortalama harcadıkları kuvvet yüzde 93’tür.

***

Üç kişi olunca bu oran yüzde 85’e düşer, dört kişi olunca yüzde 77’e düşer. Ve tembellik halkası bu şekilde, sekiz kişilik grupta herkes kendi kapasitesinin sadece yarısını harcayacak kadar çok düşer. Bundan çıkan sonuç; insan grup içindeyken fark edilmediği zaman daha tembeldir.

Yani insanlar toplu halde hareket ettiklerinde daha az çaba sarf ederler, daha az sorumluluk duygusu hissederler, kendi potansiyellerinin altında güç kullanırlar ve buna  “sosyal tembellik” denir.

Aslında buraya kadar anlatılanları şu hikâye çok güzel özetler; Bu hikâye; Herkes, birisi, herhangi biri ve hiç kimse adlı dört kişi hakkındadır. Yapılacak önemli bir iş vardı ve herkesten bu işin yapılmasını istenmişti. Herkes, bu işi birisinin yapacağından emindi.

***

Herhangi biri onu yapabilirdi. Fakat hiç kimse yapmadı. Birisi buna kızdı. Çünkü bu herkesin işiydi. Herkes, bunu herhangi birinin yapabileceğini düşündü. Fakat hiç kimse bu işi herkesin yapmayacağının farkına varamadı. Sonunda herhangi birinin yapabileceği işi, hiç kimse yapmadı. Herkes birisini suçladı.

***

Bir şeyler olsun, bir şeyler değişsin isteriz. Ama bunun için kendimizden başlamayı hiçbir zaman akıl edemez ve hep başkalarını suçlarız. Aslında insan kendini değiştirmenin ne kadar zor olduğunu bir düşünse, önce başkalarını değiştirmeye çalışmakta şansının ne kadar az olduğunu anlayabilir. Yaşamda gördüğümüz pek çok yanlışlıklar, hatalar, haksızlıklar var.

***

Hepimiz zaman zaman bunu hissediyor ve yaşıyoruz ama hiçbir zaman yaşamımızdaki olumsuzluklardan kendimize pay çıkarmıyor ve en kolay çıkış yolu olan, karşı tarafı suçlamayı seçiyoruz. “Ben” değil “O!”. Bu bakış açısı bize ne getirir?