İnsanları sokağa çağırırsanız neler olabileceğini hesaplamalısınız.
Örneklerini bu ülkede biz yaşadık.
Gördük.
Üzüldük.
Kırk yıl önce 1Mayıs İşçi bayramı diye İstanbul'un ünlü meydanı Taksim meydanında elleri pankartlı, bayraklı binlerce insan toplanmıştı.
O yıllarda İstanbul üniversitesinde öğrenciydim.
Televizyon kanalları bu günkü gibi yoğun değildi ve yalnız TRT vardı.
Gazete ve radyo popülerdi.
Olayları bunlardan takip ediyorduk.
Taksim meydanında toplanan binlerce insan tıpkı bu günlerde olduğu gibi hükümete verip veriştiriyordu.
Bir den bir silah sesi duyuldu ve...
Veee o binlerce kişi kaçırmaya başladı.
Sonuç, otuz dört ölü.
Kim kazandı kim kaybetti?
Gelelim Sivas olaylarına.
Gene meydanlara çağrıldı halk.
Geldiler.
Gene protestolar.
Hakaretler ve malûm sloganlar.
Halk galeyana geldi mi sel gibi akar.
Hiçbir şey önünü alamaz.
Durduramaz.
Ezer, yıkar, geçer gider.
Ve derken bir tahrik ile Madımak oteli önünde nümayişler başladı.
Derken bir kıvılcım sonucu burada 35 kişi öldü.
Ben kısa kısa geçiyorum olayları.
Sokağa çağrılar tehlikeli çağrılardır.
Toplumu kutuplaştırır.
İnsanları gerer.
Çatışma çıkartır.
Olabileceklerin önünü arkasını düşünmek zorundasınız.
Toplumu yönlendirmek kolay, olayların ve çatışmaların önüne geçmek zordur.
Ve sonra Diyarbakır olayları.
Halk sokağa çağrıldı o gün akşamı.
Geldiler.
Hem de öyle geldiler ki burunlarından soluyarak, intikam ve hınç dolu olarak yakarak, yıkarak geldiler sokağa.
Öldürerek geldiler.
Masum ve savunmasız tıfıl bir çocuğu öldürerek, linç ederek geldiler.
Ve ardından ölüm bilançosu açıklandı.
53 kişi öldü.
İşte size halkı sokağa çağırmanın bedeli.
Siz sokağı topaç çevrilen, ip atlanan, top oynanan, sobe oynanan yer mi sanıyorsunuz?
Herkes aklını başına toplamalı.
Halkla oyun olmaz tıpkı ateşle oyun olmadığı gibi...