Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, bugün Bursa’da olacak. Hazır Bursa’ya gelmişken ardından yazacağımız yazı kadar öncesinde de kendisine bir arzuhal takdiminde bulunmak isterim.
Kıymetli Bakan,
Güzel ülkemizde bir dönem sırf ‘imam hatip’ okullarının önünü kapatmak amacıyla ‘kat sayı’ garabeti uygulandı.Bu, eğitimde fırsat eşitsizliğini daha da derinleştiren ve öğretim kalitesini iğdiş eden bir uygulamaydı ki yıllarca sürdü.
‘İmam hatipler’ gibi en çok da meslek liselerini değersizleştirdi ve nesillerin kaybına neden oldu.
O yıllarda, üniversiteyi kazanma ihtimali olmayan çocuklar bari bir meslek edinsin diye meslek liselerine yollandı ama ürettiği sonuç ‘kalifiye’ olmadı.
Uygulamanın temel gerekçesi egemen rejimin sanrılarıydı. O sanrılar, yüz binlerce kişinin bugünkü hayatını bir sarmala sıkıştırdı.
Ekonomik ve kültürel ilerlemenin önündeki en büyük engel, en kıymetli hazine olan insan kaynağını standardize, verimli ve bilinçli yetiştirme eğiliminde olmamaktı.
Hem fiziki şartlar hem teknik imkanlar hem eğitmen kalitesi hem de öğrencinin ekonomik durumu itibarıyla ülke sathında fırsat eşitsizliğini görmek, tespit etmek çok kolaydı.
Esasında toplum kategorize forma büründürülürken eğitim ve öğretim mahrumiyeti sanal kahramanlık hikayeleriyle kamufle ediliyordu.
Çobandı Yusuf, 500 tam puanla üniversiteyi kazanıyordu!
Tıpkı rejimin demokrasi adına yutturmacası ‘Çoban sülü!’ gibi…
Oysa gerçek başkaydı!
Bu noktada yine size dönük 27 Nisan 2024 tarihli ‘Eğitimde sorun müfredattan derin’ başlıklı yazımı da sunmak isterim. -https://www.liderbursa.com/egitimde-sorun-mufredattan-derin-h65109.htm-
Bugün eğitimde o yılların Türkiye’sinden ilerideyiz elbet!
Eğitime erişimin boyutlarını okullaşma oranlarında görüyoruz. Bizim kuşak parasıyla kitap bulamazken şimdi kitap bedava. Bizim kuşak İngilizceyi beden hocasından öğreniyordu. Şimdi her dersin öğretmeni var. Sınıf öğretmeninin çorap dokuyarak ders anlattığı yıllardan çıktık. Kitaplığı dahi bulunmayan sınıflarda 40 kişiyle okuduk. Bilgisayar yoktu, laboratuvar yoktu, akıllı tahta yoktu…
Hakkaniyetli olmak ve ilerleme olduğunu ikrar etmek durumundayız. Hiç şüphe yok daha da ileriye gidecektir.
Özellikle Hüseyin Nihal Atsız’ın müfredatta yer bulması, şükran sebebidir. Mavi Vatan ve Gök Vatan kavramlarının derslerde anlatılması müthiş bir iştir.
Fakat, halen eğitimde yapısal sorunlar vardır. Bunların başında kadro gelmektedir. Eğitim kadrolarının yeterli yetkinliğe sahip olmadığı düşünüldüğü gibi ‘eğitimci sorumluluğu’ bağlamında da boşluk vardır.
Eğitim kadrolarında ideolojik yaklaşımlar temelli ayrımlar sendikal olarak kendini açık ediyor ve saplantılı bir söylem ve pratik yayılıyor.
Eğitim kadrolarında yöneticisinden hademesine bu işin bir ‘vatan görevi’ olduğu bilincinin düşüklüğü hissediliyor. Bu nedenle eğitimde sendika yapılanma da bir düzene sokulmalıdır.
Sizler de kabul edeceksiniz ki bir ülkenin en büyük hazinesi insan kaynağıdır. Ülkeleri gelişmiş ekonomi kılan insan kaynağının niteliğidir. Niceliksel anlamda genç nüfusa sahip olma avantajını ülkemiz ne yazık ki yıllar boyu nitelikli bir temsile eriştirememiştir. Bu, son günlerde yaşanan olaylarla daha da net görülmektedir.
Geçmişte rejimin sanrıları kaynaklı ideolojik anlamda kategorize edilen halk çocuklarının bugün ne yazık ki sınıfsal bir kategorizasyona uğradığını da söylemek zorundayız.
Evet, meslek liselerimizin kalitesi/itibarı ve bu liseleri tercih eden başarılı çocukların sayısı sürekli artıyor. Fakat piyasalaşma kaynaklı olarak eğitimde çocuklarımız, parası olanın kolejlerde olmayanın ise meslek liselerinde okuduğu bir duruma mecbur bırakılıyor.
Hiç şüphe yok ki eğitimde özel okullaşmanın işgücü piyasası bağlamında izahı anlaşılır düzeyde yapılabilir fakat bu durumun direkt bir sınıfsal kategorizasyon olarak tecellisini kabul de zordur.
Yine bizler ev hanımı annelerin çocuklarıydık. Öğleyin okuldan çıkıp eve gidiyorduk. Şimdi farklı bir aile yapısı var. Kadınlar da çalışsın ki ekonomimiz büyüsün istiyoruz. İş gücü piyasamız daha da güçlensin istiyoruz. Ama şartlar çocuklu bir annenin ya da babanın çalışabilmesine uygun mu?
Dürüst olmak zorundayız ki değil! Kreş özel! Ana okulu özel! İlkokul özel!
Neden? Çünkü kamunun saydığım sınıflardaki eğitiminde mesai gerçekliğiyle örtüşmeyen bir saat planlaması var. İlkokulda sabah 9’da çocuğu verip öğlen 14.30’da alacak ama bir yandan da sabah 8 akşam 5 çalışacak. Mümkün mü?
Acilen kreş sayısı ve anaokulu sayısı artırılmalı. İlkokulda saat düzenlemesi özel sektöre göre planlanmalı. Kurs, etüt veya atölye çalışmaları personel keyfine bırakılmamalı. Belki de sadece bu başlıklarda teknik ve fiziki imkanları artırmak adına yatırım yapılmalı ve ekstra kadro açılmalı.
Eskiden bizler evimizden okulumuza sırtımızda çanta yürüyerek giderdik. Öyle yakın olduğundan falan da değil. Güvenli olduğundan. Caddelerden, trafikten ve kuytu sokaklardan geçerdik ama ne korkardık ne de başımıza bir iş gelirdi.
Şimdilerde öyle mi? Aileler çocuklarını servise bile vermekten korkuyor. Servis konusuna el atılmalı. Her önüne gelen bu işe girememeli. Bilhassa büyükşehirlerde mahalle içlerinde yaya olarak okullarına gidecek küçük çocuklar için ‘eğitim yolu’ planlaması yapılmalı. Bu yollar gerekirse kamerayla bariyerle tabelalarla güvenli halde olmalı.
Okul kantinlerine de kantin işletmecilerine de bir çeki düzen verilmeli. Güvenli gıda hassasiyeti geliştirilmeli. Aynı şekilde okul etrafında esnaflığa da daha uygulanabilir bir çerçeve belirlenmeli ve denetimler artmalı. Sigara, uyuşturucu, alkol gibi bağımlılık yapan zararlılarla daha fazla mücadele edilmeli.
Eğitime dair sayılacak çok konu var. Hiç şüphesiz en önemlilerinden biri de ülkesi ve milletiyle barışık, aidiyet duygusu yüksek ve sorumluluk bilincinde nesiller yetiştirmektir. Emin olunuz ki bu yalnızca inançla tesis edilemez. Kültür de başat unsurlardan biridir. Gençlerin kültür edinimi popüler akımlara esir düşmekten ibaret kalmamalı. Kamu kültür aktarımında da doğru yöntemleri geliştirmelidir.
Şimdilik burada duralım. Bakalım Sayın Bakan bugünkü ziyaretinde Bursa’ya ne gibi müjdeler verecek…
Eğitim ordumuzun kahramanlarına, şehitlerimize saygıyla…