23 Temmuz: İyd-i Milli!

Osmanlı’nın tek milli bayramı…

İkinci Meşrutiyet’e atfen 1909’da kutlanmaya başlamış.

Cumhuriyet devrinde 1935’e kadar sürmüş. Sonra unutulup gitmiş…

Aynı meşrutiyetin bir mirası da 24 Temmuz.

1908’in 24 Temmuz’unda İstanbul’daki gazetelerin sansüre direnci, 40 yıl sonra ‘Basın Bayramı’ adıyla özel güne dönüştürülmüş.

71 muhtırası sonrası ‘Basın özgürlüğü için mücadele günü’ olarak yoluna devam etmiş.

Bugün de kutlanıyor. Ne bayram ama!

24 Temmuz’un basın için bir başka dönüm noktası da 1960. ‘Basın Ahlak Yasası’ olarak uygulamaya alınan kararlar, bugün ‘Basın Ahlak Esasları’ adıyla varlığını koruyor: https://bik.gov.tr/kurumsal/basin-ahlak-esaslari/

Gazetecilikle iştigal eden kişinin sorumluluk çerçevesini çizen bu esaslar ile fiili durumda gazetecilik adı altında yapılanlar arasında bir bağ kurmak zor.

Mesela Madde 7 – (1) şöyle diyor: “Bir kamu hizmeti olan gazetecilik, kişisel veya ahlaka aykırı amaç ve çıkarlara alet edilemez ve kamu yararına aykırı bir şekilde kullanılamaz.

Etrafınızda gazeteciliği kişisel çıkarlara alet etmeyen kim var?

Ortada bir çıkar oyunu var. Ve muhaliflik kılıfı giydirilmiş sivri kalemlerin bu oyundaki rolü ‘joystick’ değil de ne! Sanki karşı cephesinde bir ayna var…

İşte CHP ile Halk Tv arasındaki protokol belgesi, bunun utanç verici bir sağlaması: ‘Tarafsızlık’, ‘objektiflik’, ‘muhaliflik’ taslamanın neşve veren ürpertisi. Sonu ıslak bir pişmanlık…

Hal böyleyken 24 Temmuz ne bayramı olabilir? Tabi ki ‘çıkar bayramı…’

Kimin özgürlüğü için mücadele edilebilir? Elbette ‘Kuru Gürültü’nün terli habercileri için.

Bakmayın siz maskeli balodakilerin ritme uyduğuna, tribünün cezbine koşullanmaktan onlar da hoşnutsuzlar. Zira gişe gelirleri düşüyor…

***

Türkiye’de gazeteciliğin, özgürlük arayışını siyasal zeminden toplumsal-kamusal alana çekmesi gerekiyor.

Siyaset yahut bir başka güç eliyle tesis edilen sözüm ona özgürlüğün sonu, mezkûr protokol ile örneklenebilir.

Basını özgürleştirecek güç, toplumun ta kendisidir. Peki, nasıl? Ekonomik model olarak basında kitlesel fonlama yöntemiyle…

Tabi bunun için toplumun okuma talebini –esasen ihtiyacını- geliştirmek gerekiyor. Belki bu noktada siyaset kurumuna yasa yapıcı rolü gereği doğru politikaları geliştirmesi anlamında ihtiyaç duyulabilir.

Fakat yine de öncelikli ödev, gazetecilerindir. Kamusal sorumlulukla özgünlük çabasında olmak gazeteciliğin olmazsa olması sayılmalıdır.

Yoksa kopyala yapıştır oburluğunun, meslek adına toplu intihardan farkı nedir?

Öte yandan basın emekçilerinin ‘geçim’ kalıbına tıkıştırılmaları ile ‘ürünün kalitesi’ arasında doğrudan bir illiyet bağı vardır.

Sonuç, toplumla ünsiyeti kopan gazetecilerin, hayat pınarını ‘çıkar kaynaklarında’ arıyor olmasıdır. Bu, ne yadırganabilir ne de yargılanabilir…

***

Bugün ‘24 Temmuz’ adına atılan tüm nutuklar, yok yere bir yaygaradan ibaret.

Sahici değil, hakikatle bağı yok.

İşin kötüsü öncü meslek örgütlerinin de meslektaşın sorunlarıyla dertlendiği yok.

Biri hariç. Üyesi değilim. Ama kısa süre içinde başvuracağım.

Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) şu linkteki mesajı yayınladı: https://www.ekonomigazetecileri.org/tr/haberler/basina-kamuoyuna-ve-medya-yoneticilerine

Çarpıcı derecede netlikteki metinde özellikle şu ifade dikkate değer bir özettir: “Biz gazetecilerin yıllar içinde gasp edilen haklarını konuşmak yerine ağırlığı suni etik tartışmalara vermek aldatıcıdır.

Kuru gürültü, artık kuru gurultuyu bastırmıyor!

EGD Başkanı Recep Erçin ve yönetimini, gerçekçi ve akılcı nitelikteki net çağrısı ve meslektaş için gösterilen sorumluluk adına kutluyorum.

Nice 24 Temmuzlara…

Saygılarımla…