Zehir gibi çocuklardı.
Okusa belki de büyük adam olacaklardı.
Ama hem eğitimde fırsat eşitliği yoktu.
Hem de kolejlerde okumak için çok fakirlerdi…
Devlet okullarında 40 kişilik sınıflarda eğitim gördüler.
İngilizce dersine beden öğretmeni…
Kimyaya edebiyatçı girdi…
Matematiği, fizikçiden öğrendiler…
Rakipleri ise kolejlilerdi.
Kaymak sınıfın kremalıları…
El üstünde, yüksek notlarla büyütüldüler.
Özel dersler, dershaneler, kurslar gördüler…
Bizim zehir gibi çocuklar, kaymak sınıfın kremalılarıyla nasıl yarışsın!
Haliyle zehir çocuklar, yarışta hep gerilerde kaldı.
Kremalılar ise İTÜ’lerde, OTDÜ’lerde, YTÜ’de okudular…
Arada istisnalar olmadı mı? 
Elbette ‘köyde tek başına çalıştı ve 500 tam puan yaptı’ masalları ile uyutulduk yıllarca…
Sıra iş bulmaya geldi kaymak tabakanın kremalıları, yine şanslı.
Dayısı var, amcası var, halası var, kocası var…  
Yahu hiçbir şeyi yoksa şeyhi var… Dur! şeyi var şeyi!
Neyiydi? Buldum! 
Liyakati! Liyakati!
Malum toplum liyakate hasret ya.
Nasılsa herkes yatıyor kalkıyor liyakat diye…
Öyleyse diploma her şeyi çözer! 
Sorular hazır, cevaplar cepte seç beğen nereyi istersen!
Olmadı mı? 
Aldım oğlum sana bilmem ne üniversitesinden bilmem ne bölümünün diplomasını!
Oldu bitti!
Düne kadar ‘liyakat’ başlığında yapılan tartışmaların aslında ‘etik’ konusu olduğunu bugün daha net örneklerle görüyoruz.
Yani mesele, esasında ahlak!
Ne diyorduk; temelde olmayanı tepede aramaya ne hacet? 
Kayırmanın genetik bir mirasa dönüştüğü bugünkü toplum yapısında ‘gemisini yürüten kaptan’ hesabı herkes elinde nalıncı keseri yontup duruyorken ne yazmak iş ne de konuşmak!
Olan fakir fukaranın zehir gibi çocuklarına oluyor!
İnsan üzülüyor. Bu gençler hiç mi çalışmayacak?
Hayatın tüm adaletsizliğine karşı onuruyla yaşayanlara saygıyla…