Uzun süreden beri şöyle gönül rahatlığı ile bir cuma yazısı icra edememiştim. İşler güçler, telaşlar, ahlaksızların aşk meseleleri falan derken ihmal ettik bu sohbetleri.
Dün çok niyetlendim. Lakin hayırlı bir iş için hatırı sayılır insanlarla bir araya gelince yine yazım gümbürtüye gidecek diye çok endişelendim. Fakat geçen gün okuduğum bir yazı elimin altında duruyordu. Muhtemelen sizde beğeneceksinizdir.
‘Fikir Atölyesi’ adında bir internet sitesinde okumuştum bu yazıyı. İnanın çok etkilendim. Tam da bizi anlatıyor. Kim yazdı ise yüreğine ve kalemine sağlık.
Yazı aynen şöyle: Bakın şöyle bir yakın çevrenize, sonra da kendinize. Ne kadar çok kişi yaptığı işten mutsuz. Ne kadar çok kişi şikayetçi.
Kendimizden çok sanki başkalarının hayatını yaşıyoruz. Onların düşüncelerine göre şekillendirdiğimiz hayat denen elimizdeki en değerli varlığımız da eriyip gidiyor kendi elimizden.
Ölüm ise bizi bu derin uykudan uyandıran belki de en sert tokat. Sevdiğimiz bir yakınımızın cenazesinde yanımızdakilerden duymaz mıyız hep, hatta bazen de söyleyen biz olmaz mıyız değer mi bunca strese, üzüntüye.
Artık daha az izin vereceğim başkalarının beni üzmesine, dert etmeyeceğim hiçbir şeyi. Mutlu olduğum insanlarla daha fazla vakit geçireceğim, keyif aldığım işlere daha fazla odaklanacağım. Yarın ben de bu tabutun içinde olabilirim.
Bir uyanış adeta. Ne yazık ki günün koşturmacasına girene kadar süren, kısacık ömürlü bir tokat. Oysa hayatımızın akışını değiştirecek radikal kararlar vermek için kocaman bir fırsat olabilir bu tokat.
Tıpkı Steve Jobs’ın dediği gibi; “Her şey, tüm dış beklentiler, gururlar, küçük düşme ya da başarısızlık korkuları – tüm bunlar ölüm karşısında değerlerini yitirir. Kaybedecek bir şeyler olduğu (tuzak) düşünceyi yok etmenin en iyi yolu insanın öleceğini hatırlamasıdır. Zaten çıplak ve savunmasızsın. Her gününü, hayatının son günüymüş gibi yaşarsan, günün birinde haklı çıkarsın.
Gerekirse dünyanın sana sunduklarından vazgeç, hatta okula bile gitmeyebilirsin ancak asla maceracı ruhundan taviz verme. Yüreğinin ve sezgilerinin sesini dinle; onlar seni yanıltmaz. Neyi sevdiğini bul. Aşık olacağın, büyük bir tutkuyla inanacağın işin sana zaten istediğin başarıları getirecek. Yılma. Tüm gönül meseleleri gibi, onu bulduğunuz zaman anlayacaksın. Ve her büyük ilişki gibi, seneler geçtikçe daha da güzelleşecek.”
Bir şeyleri değiştirmemiz gerektiğini anlamak için de bir yakınımızın ölmesini veya bizim ölümle burun buruna gelmemize gerek yok. Steve’in kendine sorduğu soruyu büyük puntolarla yazıp asamaz mıyız aynamıza; hatırlatsın bize her sabah:
“Eğer bugün hayatımın son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağım şeyleri yapmak ister miydim?”
Ne kadar çok şey için “HAYIR” dediğinize bakın daha sonra, şaşıracaksınız. Ve sizden başka kimse de azaltamaz o “HAYIR”ların sayısını. Sadece kendimiz.
Ben uzunca bir süredir azaltıyorum bunların sayısını. Hem de yerine tutkuyla inandığım şeyleri koyarak.
Peki bugün sizin hayatınızın son günü olsaydı, bugün (normalde) yapacağınız şeyleri yapmak ister miydiniz?
Yılmadan arayıp bulacağına inandığınız işiniz veya tutkunuz için kalbiniz ve sezgileriniz ne diyor?
Haydi bırakın her şeyi bir kenara ve birazda kendiniz için yaşayın.
-----------
HER ERKEĞİN
KORKULU RÜYASI
Her insanın sevdiği bir çok şey vardır. Hele hele erkeklerin. Su sesi, para sesi ve kadın sesi öyle değil mi? Ancak bu sıralama ve sevda bazılarına göre çok değişken ve çekilmez bir durum.
İşte bunlardan biri KADIN SESİ imiş. Vallahi önce inanmadım ama gerçek olduğunu görünce önce güldüm sonra düşündüm; “Haklı mı haksız mı?” diye.
İstanbul’da Merkez Efendi kabristanlığının en ilginç mezar taşlarından birinde “KARI DIRILTISINDAN ÖLEN ‘ESSEYİD HALİL AĞA’nın RUHUNA FATİHA” yazıyor.
Halil Ağa, hanımından ve annesinden ne çekti de böyle bir vasiyette bulundu bilinmez. Çünkü vasiyet üzerine eski yazı ile yazılmış bu cümleler.
Demek ki neymiş; “Davulun sesi uzaktan gelirmiş”. Başına gelen ve çeken bilirmiş!