Kıssadır, anlatıla gelir: Hoca Nasreddin fitresini zengine verir. Ahali sorar; ‘Bu kadar fakir varken, neden zengine veriyorsun?’Hoca o müthiş cevabı verir; ‘Allah’ın işine karışmam. O kime veriyorsa ben de ona veririm.’

Herhalde bizdeki KKM de böyle bir şeydi ya neyse konumuz bu değil.

İngiliz sosyolog H. Spencer’ın ‘en uygun olan hayatta kalır’ görüşünü bilirsiniz.

Spencer evrimcidir, doğadan esin alır.

Spencer, toplumu canlı organizmalara benzeterek heterojen yapıyı artıkça parçaların bağımlılığının artacağını söyler.

Doğada hayatta kalmanın şartı nasıl ki uyum yeteneğidir toplumda da en iyi olanın ortaya çıkmasını sağlayan rekabettir görüşünü savunur.

***

Yönetim dehası P. Drucker, 25 Haziran’a tarihlediği ‘İnsan Onuru ve Statü’ adlı makalesinde Spencer’den esine de yer vererek şöyle der:

Adalet ve onur, eşitlik ve fırsatla ve sosyal statüyle işlev arasında sentez oluşturmak modern şirket için belki de en büyük iştir.

Piyasa toplumunun ve laissez-faire ekonomisinin çocuğu olan modern şirket, en büyük zaafı bireyin sosyal statü ve işlev ihtiyacını görmekteki yeteneksizliği olan bir inanç üzerine kurulmuştur.

Başarısız çoğunluğa ilgi göstermeyi reddetmesi bakımından piyasa toplumu, kurtarılmak için seçilmiş olanlar arasında yer almayan büyük çoğunluğa ilgi göstermeyi reddeden Kalvinizm’in gerçek bir çocuğuydu.

Bu inanç dinsel olmaktan ziyade, İngiliz filozof H. Spencer’in izinde bugünlerde genellikle Darwinci bir bakış açısıyla ‘en uygun olan hayatta kalır’ ifadesinde temelini buluyor. Fakat bu, piyasa toplumunun felsefesinin ancak başarısız bireylerin ‘tanrı tarafından reddedildiğine’ ve onlara acımanın Tanrı’nın iradesini sorgulamak kadar büyük bir günah olduğuna inanmakla anlamlı hale geleceği gerçeğini değiştirmiyor.

Ekonomik açıdan başarısız bireye sosyal statü ve işlev vermeyi ancak şuna ikna olduğumuz takdirde reddedebiliriz: ekonomik başarısızlık her zaman kişinin kendi hatasının sonucudur ve söz konusu bireyin insan kişiliği ve yurttaşlık bakımından değersizliğine ilişkin güvenilir bir göstergedir.”

Drucker, yazısını şu öneriyle bitiriyor: Birlikte çalıştığınız herkesin sırf insan olduğu için saygınlığı olduğunu kabul edin.

***

Dün, ‘deprem’ konusunda bıraktığımız noktadan hareketle insan onurunu zedeler haldeki bugünün ekonomik koşullarının içinde bireysel bir kurtuluş mucizesi arayanlar ve bulacağını sananların yanılgı içinde olduğunu belirterek kolektif bir oydaşma gerektiğini vurgulamak gerekir.

Spencer’in sosyal evrimciliğinden bahisle günün Türkiye’sinde hayatta kalmayı sağlayacak uyumun tariflemesini ‘iyi’ olandan yapmak pek de mümkün değil.

Enflasyonun yalnızca ekonomiyi değil ahlak, etik, adalet, eşitlik gibi toplumsal akideler üzerinde de deprem etkisi yaptığını görmeliyiz.

Ve şimdinin konformistleri/uyumcuları, yeni şartın gerektirdiği her türlü yolu mübah sayma eğilimindeyken idealizm ve sorumluluk horlanıp dışlanıyor.

Birtakım etiketlerle kamufle edilmiş bireysel uyumculuk, muteber addedilirken ‘hakikat maske takmaz’ anlayışıyla ortaya konulan gerçeklik öteki addediliyor.

Hem bireysel hem de toplumsal açıdan şunu sormak zorundayız:

Peki, biz neye uyum sağlayacağız?

Ya da bu herkesin uyduğuna biz neden ayak uyduramıyoruz?

Özsaygıdan mı?

İdealizmden mi?

İnançtan mı?

Ekonomik açıdan başarısız oluyoruz!

Yoksa liyakatimiz mi yetmiyor?

Ehliyetimiz mi geçersiz?

***

Hani muhtarlık seçimlerini kaybettikten sonra çektiği videolarla tanıdığımız Kırşehirli şair Aydın Battal ne diyordu: ‘Ben neden fakirim, araştırılsın.’

Ülkemizde büyük yığının fakirliğinin nedenini tüm yönleriyle tespit etmeden hiçbir sorunu çözemeyiz.

Dikkat ediniz, çözmeden demiyorum ‘tespit etmeden’ diyorum. Bu sorunun kaynağını bulmadan ne depremle mücadele edebiliriz ne yangınla ne selle ne heyelanla ne de ekonomik krizle…

Sorunları ile yüzleşmişlere saygıyla…