Ramazan ayı insanın hem duygularının hem de bedeninin dinginleştiği bir dönem gibi geliyor bana. Şöyle ki; hava aydınlanmaya başlarken uyanmak zor gelmez insanlara bu mübarek ayda. Hatta heyecan kaplar içini, ailece oturacağı sahur, iftar sofraları sebebiyle. Sofrayı donatmak için en lezzetli yemekler hazırlanır, fırından sıcacık pide alınır.
Sokaklar da boş olmaz çünkü Ramazan ruhu böyledir, her şey birlik içinde gerçekleşir. Kimse yalnız kalmaz kutsal ay boyunca. İçiniz umutla doluyor. Evet, sevgili dostlar; bugün iki yarı konuyu ele alacağım. Birincisi hilekârlık ve hata, ikincisi ise bir yazarın yaşanmış hikâyeyi kitabına aktarması.
Hata yapmak insanoğlunda pişmanlık duygusunun anahtarıdır. Hataya düşmek istememe duygusu yüzünden hatadan korkan insan, bazen düştüğü bu durumdan kurtulmanın yolu olarak atasözleri üretse de hata insanda diz yarası kabuğu gibi geçmek bilmeyen bir lekedir.
Hata yapan çocuğa verilen en çabuk mükâfat, enseye bir tokat ya da onura dokunan bir hakaret olur her zaman. Lakin hata, kazanmak için çıkılan yolda uğranmış bir talihsizlik kulübesinden başka bir şey değildir. Hancı da yolcu da bu sefer esnasında doğruyu bulma gayretindedir. Ama gündüzü ararken gece olduysa ya da geceyken tan yeri ağardıysa hata yapmak suç muydu acaba?
Hiçbir yağmur damlası uçan kuşları ıslatmak istemez ama ya yağmur damlasının önüne çıkar kuşlar ya da kuşların üzerine yağmur yağar. Bu ıslaklıkta hata aramak ölüm çığlığını susturmak kadar garip olur.
Hata yapmak acı değildir insan için. Çünkü zaman verilir her hatanın düzeltilmesi için. Adem Peygambere bu yüzden açılmıştır tövbe kapıları belki de. Lakin şeytan hata yaptığı için değil, hile yaptığı için affedilmemiştir. Çünkü hile yapan için hatadan bahsetmek imkânsızdır. Hilekârların yolu hataya uğramaz. Hataya uğramak için önce doğrunun yoluna uğramak gerekir.
Belki de bu yüzden büyükler küçüklere derler ki, “Hata yapmak hile yapmaktan daha onurludur.”
Sözüm yine dolanmak için bir kemik aradı ama nafile. Sözüm yine kemiksiz dilime dolandı durdu. Hatasız kul olmaz dediler hileyle söz söylediler. Artık hatayı hileden sıyırmak vaktidir dedimse de gündüz güneşi tuttu gece yaptı, buna aldanan yıldızlar kandırıldı. Güneş tutuldu dediler ama yıldızları gündüz vakti eğlediler.
Hata yapılmalı ki doğrunun güzelliğine cilalar sürülsün. Ama ne vakit şiirlere hile karışırsa ve vakti gelmemiş sözlere vaktiymiş gibi davranılırsa işte o vakit şiir de yalan olur şair de yalancı. Hata yapmak hile yapmaktan daha onurludur. Hata yapan her ayak tökezlese de yol kat eder ama hile yapan ayakların cefasını kimseler taşıyamaz.
Hilekâr gündüzün aydınlığı oruç bozar. Yalancı aydınlıktır o. Belki de hata yapmak hile yapmaktan daha onurludur diye hata yapıp orucu unutanlara doya doya yemek Allah’ın hediyesidir derdi eskiler. Tüm hilekârlar hatasız ve onursuzdur çünkü bilmezler onlar. Hata yapmak hile yapmaktan daha onurludur…
Hatanızı düzeltmek için hile bir yol değildir. Ama hilenizden kurtulmak için hata yapmak en iyi yoldur.
ŞEYH UÇMAZ, MÜRİTLERİ UÇURUR
Cuma namazını kılacak, geç kaldığı için camide yer bulamıyor. Caminin yanındaki bir dükkândan büyükçe bir mukavva kutu alıp, seccade niyetine yere seriyor ve namaza duruyor. Fakat daha secdeye ilk varışında, gözleri biber gibi kavrulup, sulanmaya başlıyor.
Ardından bir hıçkırık başlıyor. Tutamıyor kendisini. Gözyaşları, adeta ağlarcasına yanaklarından süzülüyor. Güçbela kılıyor birinci rekâtını, selamını veriyor. İşte o selam verirken, gözlerinin sulanmasının nedenini de çözüyor. Namaz kılmak için aldığı meğerse deterjan kutusuymuş!
Kutunun üzerine sinen deterjan kokusu, alerji yapıyor. Genzini yakan koku yüzünden de gözleri sulanmakta. Yanındaki cemaat ise hayranlıkla izliyor kendisini. Onun Allah için ağladığını zannediyorlar...
Aralarında fısıldaşıp; “Bu adam mutlaka ermiş, çok mübarek bir zat! Namaza durur durmaz hıçkıra hıçkıra durmadan ağladı. Bak hala ağlıyor!”
Namaz çıkışı görülmemiş saygıyla karşılaşıyor, deterjan evliyası! Vatandaşın biri ayakkabılarını giydirmeye çalışırken, diğeri ellerini öpüyor, dua istiyor. Kimisi, “Namazda ben de nasıl ağlayabilirim?” diye soruyor. “Şeyh uçmaz, müritleri uçur” sözünü boşuna dememişler...
Bakıyor ki; vaziyet kötü, el öpenleri giderek çoğalmakta. Gözyaşıyla ıslanan deterjan kutusunu katlayıp, ‘haydi size hayırlı günler’ dileyerek, uçarcasına uzaklaşıyor camiden.
Kim mi bu deterjan evliyası? Yazar Cüneyd Süavi. Kırk Gram Tebessüm adlı kitabında yer alan bu yaşanmış mizahi hikâyeyi sizinle paylaşmak istedim.
Ramazan ayındayız, olur ya sizin de başınıza gelebilir. Camide yer bulamayıp da, seccade yerine çerçeveden mukavva kutu aramak zorunda kalırsanız, aman dikkat edin...
Ne olur ne olmaz, önceden koklayın kutuyu!