Artık o kavurucu sıcaklardan eser kalmadı, ince giysiler ile caddede gezen güzeller ise azaldı. Sıcaklığın verdiği gevşeklikten ise eser kalmadı. Yaz rehavetini üstümüzden atmak vakti geldi sanırım. Sonbaharın güzelliğini içine doldurmak ve yağmasını beklediğimiz o yağmurların ardından havaya dolan o oksijeni içine çekmek, serinliğin ve yağmurun tadını çıkarmak gerekiyor belki de.
Nasıl güzel değil mi? Hep böyle olsa diyoruz hava, ara sıra. Böyle ne serin ne de sıcak. Kendimizi ve vücudumuzu ayarlayabiliriz bu denli bir hava tahminine. Bizim ülkemiz gibi kaç yer var ki 4 mevsimi yaşayabilen. Hele hele Antalya gibi bir yer. Her mevsim farklı bir hava farklı bir güzellik. Allah’ın verdiği bütün mevsimleri olanca güzelliği ile yaşamak varken kıymetini de çok bilmiyoruz hani.
Ya da dünya kötü... Yoksa biz mi kirletiyoruz bu kadar çevreyi ve içimizi? Ana haber bültenlerinde görülenler, yaşananlar, insanın zaman zaman yüreğini acıtıyor. Çıldırmış bir toplum, geleceğe umutsuz bakan gençler. Geleceği ve kurtuluşu başka başka şeylerde arayan bir gençlik! Bakın şu Zeytinköy civarına. Umutları kıran görüntüler.
Uyuşturucu ile tanışan yeni nesil ve yaşı geçmişlere “Nerde o eski günler” dedirtecek cinayet, şiddet, samimiyetsizlik, silah, kan içeren nice haberler. Hiç kimse bir diğerini düşünmez olmuş. Havada bir güvensizlik ve tahammül edememe duygusu. Hayatımızın her alanına olumsuz şekilde yansıyan bu görüntüler insanın kanını donduracak nitelikte ne yazık ki.
Dünyayı saran savaşlar, Gazze’deki soykırım, neredeyse yaptığı bombalarla övünerek “En baba bombayı” biz yaptık diyen ülkeler... Dünyanın dört bir tarafında yaşanan kargaşalar, bir damla su uğruna işlenen korkunç cinayetler. Bir lokma ekmek uğruna sönüp giden yaşamlar, ülkeleri ve ülkemizi bölmek isteyen eli kanlı teröristler.
Yani tüm dünya ile birlikte ülkemiz de hoşgörüsüzlüğü, savaşı ve şiddeti ne yazık ki içine sindirmekle meşgul. Ne demeli bilmem ki. Her gün yüzlerce insanın öldüğünü duyduğumuz televizyon ve gazete haberlerinde ölülere ve ölü sayısına artık şaşırmıyoruz bile. Ölü ve yaralı sayıları artık bizim için istatistiki bir sonuç gibi gelmeye başladı.
“Ne oldu bize” diye sormak lazım belki de. Ne oldu da böyle tahammülsüz, böyle bir güvensizlik hakim usumuza ve yüreğimize? Bu hırs ne, bu çekememezlik, bu keşmekeş. Üzülüyor insan. Her yer şiddet ve kan. Her yer güvensizlik ve tahammülsüzlük. Her yer sevgi ve hoşgörüden yoksun.
İnsanların maddi dünyadan kopamamış olmaları, maneviyat kelimesinin anlamını yitirmiş olması, insanların yardım ve dayanışma gibi kavramları tozlu raflara kaldırmaları. Merhamet kelimesinin anlamının artık lügatlerden çıkartılması.
Ne demeli bilmem ki. İnsanlığın ve çevremizin yok olduğu bir yolda her gün biraz daha eriyoruz, bitiyoruz. Ağaç ölüyor, sevgi ölüyor, dostluk ölüyor, aşk ölüyor ve “İNSANLIK ÖLÜYOR”
Daha doğrusu HER GÜN BİRAZ DAHA ÖLÜYORUZ.
-------------------
ŞEHRİN FAHRİ MÜFETTİŞİ SÜLO
Antalya’da bazı isimler var. Bunlar bana göre şehrin gerçek sahibi kişiler. Çünkü boş vakitlerinde caddeleri, sokakları ve parkları gezerken şehre dair tüm olumsuzlukları fotoğraflar ve sosyal medyadan paylaşırlar.
Ben onların bu yaptıklarını görünce Hürriyet Gazetesi’ndeki muhabirlik dönemimi hatırlarım. Boş zamanlarımda sokakları dolaşırken çok güzel fotoğraflar çeker ve haberleştirirdim.
Şimdilerde ben onların çektiği fotoğrafları zaman zaman köşeme taşıyarak sorunların duyurulması için katkı koyuyorum. Süleyman Bulut isimli kardeşimiz hakikaten çok güzel (olanlar kötü de) fotoğraflar çekiyor.
Bugün onlardan iki kareyi ben paylaşacağım. Birincisi bir parktaki piknik masasının ayaklarının durumu. Diğeri ise 907 Sokak olarak not düşülen küçük bir trafonun hali.
Umarım bu iki fotoğrafı ilgilileri görür, hem çirkinlik hem de tehlike bertaraf edilir. İyi ki varsın şehrin fahri müfettişi Sülo!