Şu Antalya’nın öldürücü sıcakları inanın sigortaları attırıyor. Şaka değil ha. Dün benim sigortamın attığı yetmezmiş gibi bir de elektrikler kesilince bizim LİDER HABER’in sigortaları attı.
Elektrik arızalarından sorumlu insanları aradık amma robot sistemini geçemedik desek abartmamış olurum. Allah’tan gazeteciyiz ya, hemen AK Parti İl Başkanı Ali Çetin’i arayarak yardım istedik. Sağ olsun devreye girdi ve bölgeye takviye ekipler gönderilmesini sağladı.
Nihayetinde ön görülen süreden çok çok önce enerji hatlara verildi. Sorun yine bildik. Hava sıcaklığı nedeniyle aşırı klima yüklenmesi ile kabloların patlaması vs.vs.
Tabi benim yazı epey gecikti. Sigortalarım atık, kafam dağınık olunca memleket sorunlarını yazmak içimden gelmedi. Artık aklıma gelen ne varsa klavyeden ne çıktıyla onları yazdım. Fakat bu sıcaklar böyle devam ederse cehenneme gidenleri, “Siz zaten cezanızı çektiniz” deyip geri gönderilecek hale geldik. Tabi işin esprisi.
Gelelim yazımıza. İnsanlarda anlayış meselesi çok önemlidir. Bu herkese göre değişir. Kimisi kendine menfaatine düşkündür, kimisi de etrafını ve ülkesini düşünür. Ama bazıları var ki “Rabbena hep bana” misalidir. Yani “Küçük olsun ama benim olsun” mantığını taşır.
Her ne kadar ben asla böyle düşünmem ama etrafımda böyle düşünen çokça insan var desek de, bence büyük çoğunluğumuz bilerek ya da bilmeyerek aynen bu şekilde davranıyoruz.
Paylaşmayı ve uzlaşmayı sanki bir yenilgi ya da teslimiyet gibi görme hastalığı toplumumuzda ilerlemiş boyutta. En küçüğümüzden, en yaşlımıza kadar hemen hepimiz, ileri derecelere ulaşan bir “Alma Hastalığına” yakalanmış durumdayız.
Daha çocuk yaştan itibaren toplum içerisindeki varlık nedenimiz ve öncelikli yapmamız gereken iş “Almak; her ne olursa olsun almak ve almak için de istemek” oldu. Çocuklarımız; midelerine yiyecek, bedenlerine giyecek almak üzere planlanmış durumda.
Gençlerimiz; öğretmenlerinden yüksek not, ailesinden yüksek meblağda harçlık, arkadaşlarından itibar ve toplumdan hoşgörü ve tolerans almak ister durumda. Kadınlarımız; eşlerinden maddi imkanlar, duygusal güzel ifade ve davranışlar ile eşitlik isterler. Erkeklerimiz; yüksek maaş, bol izin, kıdem, terfi, itibar, kariyer ve zirvedeki adam olmak ister.
Kısacası, hemen hepimiz öylesine bir ‘ALMA HASTALIĞINA’ yakalanmış durumdayız ki sormayın gitsin. Eee toplumca hepimiz ‘ALMA’ derdince olunca, ‘VERME’ işini ifa edecek insanımız kalmadı.
Hal böyle olunca hiç kimse istediğini de alamıyor. Bir kör çelişkidir kapılmış gidiyoruz. İşte tam bu keşmekeşte kafayı çalıştırıp, bu kadar alma hastasının içinde ‘VERME’ tarafına geçebilen kazanıyor. Çünkü her verdikleri, misli misline geri dönüyor ve o kadar çok şeyi kısa yoldan almış oluyorlar. Yani özetle; almak taraftarı olan değil, vermek taraftarı olan, kazanıyor
Ama bu mesele yine anlayış meselesi eksenin de dönüp dolaşıyor. Siz siz olun, “Küçük olsun benim olsun” mantığını taşımayın. Çünkü bu mantık yüzünden insanın ne kendisi ne de ülkesi bir adım ileri gitmiyor.
Zaten bu ülke ne çektiyse bu mantıkta düşünenlerden çekmedi mi? İşte bunu bir kez daha düşünmemizde ve anlayışımızı değiştirmemiz de fayda var.
Gelin bugünden itibaren şu ANLAYIŞ MESELESİNİ bir masaya yatıralım. Ne dersiniz?