İnsanoğlu, nedendir bilinmez ama yaşamının bir döneminde her şeyi çok telaşlı yaşayıp, hızlı tüketiyor. İletişimlerimizde alma verme dengesini sağlıklı bir şekilde sürdüremiyoruz. İlişkilerimizde hep bir fazlasını verirken farkında olmadan karşı taraftan beklentilerimizi artırıyoruz.
***
Karşı taraf ise arzu edilen beklentiyi karşılamadığı zaman çatışmalar başlıyor. İkili ilişkilerde, sosyal çevrede, aile içi iletişimde de dahil olmak üzere tüm iletişimler bu beklentiler üzerine kuruluyor. Bir taraf sürekli verici olunca ise haliyle yük kamyonu gibi hissetmeye başlıyor kişi zamanla kendini.
***
Sonra içten içe bir hesaplaşma derdine düşüyoruz. Ben bu kadar yaptım, sen bana bu kadar yaptın. Ben senin için hayatımı yok saydım, sen ise benim için kılını kıpırdatmadın... Eteğimizdeki taşları dökerken de kırıcı, aykırı ve çoğu zaman telafisi olmayan sözlerle kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz.
***
Peki ya sonuç? Eteğimizdeki taşları dökünce karşı taraf bizi anlıyor mu? Eğer anlaşılacağını düşünen varsa üzgünüm yanılıyorsunuz. Anlaşılmayacaksınız hatta tam aksine eleştirilen siz olacaksınız. “Bugüne kadar bir sorun yoktu ne oldu, aklına kim girdi de şimdi böyle saçmalıyorsun?” diye gelen sorulara maruz kalacaksınız.
***
Böyle durumlarda aklınız varsa lafı uzatmadan, kendinizi açıklamadan hemen oradan uzaklaşın. Bu tip insanlar dünyanın en tehlikeli varlıklarıdır. Sorunu çözmek yerine sorun çıkaran, kendine yapılan eleştiriyi asla kabul etmeyip aksine sizi suçlayan biri varsa karşınızda hayatınızdaki yeri ne olursa olsun daha fazla zaman kaybetmeden, canınızı sıkmadan oradan ayrılın. Ya da onun gitmesine izin verin, bırakın gitsin.
***
Geriye dönüp baktığımda bu tip insanların hayatımda olmalarına müsaade ettiğim için en çok kendime kızıyorum. En büyük kavgalarım kendimle oluyor. En çok kendimi tamamlamaya, tamlamaya çalışıyorum. Olur olmadık ne varsa hepsini üst üste koyup gerçekleri tüm çıplaklığıyla görmek isterken ömrümün her köşesinde kırılmış olan parçalarıma takılıp kalıyorum.
Gördüğüm gerçeklerin karşısında üzüntüden eğilip, bükülüyorum. Hak etmeyen onca insan için ne çok kendi hakkıma girip, ne çok kendi zamanımdan çalıp onlara armağan etmiştim oysa...
***
Zaman geçiyor ve zaman geçtikçe hayatımdan birer birer isimleri silinen insanlar var. Silinmeyi öyle güzel hak ettiler ki resmen hayatımdan uğurlanmak için can ve başla çaba sarf ettiler. Uğurlanmaya gerek duymadan da defolup gittiler. İyi ki gitmişler diyorum. Hatta gitmekte geç bile kalmışlar keşke daha önce gitselerdi, diyorum... Ya da gitmeleri için, neden daha önce kapıyı göstermedim ki bunlara diye kendime söyleniyorum.
***
Neyse ki hiçbir şey için geç değil. Öyle ya da böyle her biri benim hayatımda bir rehber oldu. Bazı rehberler doğru yolu gösterip, gerçeği yansıtmazlar. O rehberlerle uzun kilometreler yapılmaz. Bir köşe başında yollarınız ayrılır. Ve benim öğrendiğim bir şey var ki gece gündüz, yağmur da çamurda, ayaz da fırtına da, hava da kara da insanın kendinden başkası doğru rehber değil kendine...
***
Çünkü herkes kendi sınırlarını ne kadar zorlayacağını, kabının ne denli esnek olduğunu kendi biliyor. Sırf yolun sonuna ulaşayım diye birilerinin ağırlığını taşımak zorunda olmadığın, tek başına da yolun sonuna kadar gideceğine inandığın gün gereksiz yere taşıdığın yüklerden arınmışsın demektir.
SON SÖZ
Son söz olarak; bu yaşımda bu bilince ulaştığım için yıllarca başkalarının yükünü taşıdığım bedenimden, ruhumdan, benliğimden ve kendimden özür diliyorum...
KENDİMDEN ÖZÜR DİLİYORUM
Eylül Ayça Karakuş
Yorumlar