Bir yerden bir yere gitmek… Gittiğin yerde başka bir sen ile karşılaşmak… Gittiğin yerde bir bekleyeninin olması…

Uzun yıllardır çıkmadığım yolculuğa çıkmıştım. Sorgusuz ve sualsizce çıkmıştım yola. Yol beni nereye götürecek? Sesli dillendiremediğim bir soruydu bu: "Yolun sonunda beni karşılayan biri olacak mı?"

Zihnimin, dağınık bir yataktan farkı yoktu. Karmakarışık duygular, kalp çarpıntıları, uçurumun eşiğine sürükleyen düşler, aynada gördüğüm suretin yabancılığı ile yakıp kavruluyordu sol yanım.

Sanki yanlış anlaşılmaya müsait bir yanım vardı. Çıktığım yolda en büyük engel bendim kendime. Sabrım yoktu, anlayışım kalmamıştı, kendime tahammül edemiyordum. İnsan fazla gelir miydi kendine? Ben, bugünlerde fazla geliyordum kendime.

Bir başkasının ceketini giymişçesine, bir numara büyük ayakkabı giymişçesine o denli yabancıydım kendime. Aşamadığım engeller, çözemediğim sorular, uykusuz gecelerin sabahına yorgun düşen bir ruh, aklıyla kalbi arasında sıkışmış kalmış bir ben…

Soğuk çarşafların değdiği tenime sıcak bir el uzanıyor. Yaprak gibi titriyor, üşüyorum… Kalbim de üşümesin diye kalbimin üstünü sarıp sarmalıyorum. Öncesinden tanıyormuşum gibi yabancılık çekmeden kabul ediyor, elimi uzatıyorum uzanan o ele.

Bir yerde soluklanmak istermişçesine güvenle uzun uzun tutuyorum ellerini. Olduğum yer ne liman, ne otogar, ne bir sığınak… Zamanın içinde bir yerde kaybolmuş gibiyim.

Aklıma aykırı, kalbime düşman bir yerdeyim. Geç kalmışlığın hüznüyle derin bir nefes çekiyorum. Heybemde yüreğime oturan sözler var. "Bunca yanlışın içinde doğru arama" diyordu iç sesim... Doğru, yoktu; doğruya açılan bir kapı da yoktu.

Peki ya ruhuma uzanan el kimin eliydi? Yanlışın içinde bir doğru varsa, o da ruhuma değen eldi. Elime uzanan eli tutmak; bilmediğim yollarda, bilmediğim bir şarkıya mırıldanmak gibiydi. Küçük bir fısıltıyı dağa, taşa haykırmak gibiydi.

Sanırsın susmak için konuşuyorduk.

Sanırsın ayrılmak için ellerimizi tutuyorduk.

Sanırsın birbirimizden gitmek için bir araya gelmiştik.

Şimdi elimde bir defter, bir kalem...

Satır aralarına uzanan bir el, satır aralarında ağlayan bir çift göz.

Sözlerle anlatılmayan ne varsa, sustuklarımızdaydı.

Onca yanlışın içinde doğruyu ararken sustuk.

Öylece sustuk…