Kıymetli okur, öyle zamanlar var ki ‘anlamak için okumak’ yetmiyor.

Tarihe dair her zihni tasavvur, eksik ve mistik kalıyor.

Oysa hakikat, maske takmıyor ve şahit aramıyor.

Tıpkı 30 Ağustos gibi!

***

Ne acı ki o günlerde doğamadık.

O destansı mücadelenin neferi olamadık.

Vatan için ölüme koşanlarla yarışamadık.

O aziz şehit ve gazilerin talihinden ne düştü bize?

Yavan bir kutlama!

Onda bile onlar kadar şerefli olamadık!

***

İnsanlık tarihinin en onurlu vatan mücadelesi ve zaferi, içinde bulunduğumuz 21’inci yüzyılın ikiyüzlülüğüne kurban ediliyor.

Sosyal medyanın yapay ikliminde uyduruk tasarımlarla geçiştiriliyor.

Hâlbuki 30 Ağustos’u, sabah ezanıyla birlikte sokaklarda caddelerde milyonlar el ele vererek kutlamalıyız.

Şehitler ve gaziler için dualar yükselmeli minarelerden…

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adı yankılanmalı kürsülerden…

Anıt Kabir’e koşmalı çocuklar, ellerinde bayraklarla her ilden.

***

Ne yazık ki bugün bunları yapmaktan aciz haldeyiz.

Çünkü safsatalar, gerçeklerin yerini almış…

Anlama çabası yerini çokbilmiş bir yargılamaya bırakmış.

İçimizde bir kesim, çakala kanmış.

Yetmemiş it ilen iş tutmuş.

Bitmemiş sırtlana ortak olmuş.

Bizden görüp bize, yalanı doğru diye satmaya kalkıyor!

Utanmıyor, bize bizi pazarlıyor.

***

Onlar bilmeliler ki biz, 30 Ağustos’un mirasını yalnızca toprak olarak görmüyoruz.

O miras, ‘vatan’ kavramının anlam bulmasıdır.

Miras, Türk’ün karakterini hatırlaması kültürü ve kimliğiyle var olmasıdır.

Bizim için o miras, bağımsızlığı için ölüme koşan ruhtur.

Bize kalan miras, vatan borcu ve bayrağa sadakattir.

Bu sebepten hep “Türk, cesurdur. Türk, yenilmezdir. Türk, adaletli ve merhametlidir” diye tespih ederiz.

“Türk öğün, çalış, güven” kaidesiyle “Ne mutlu Türk’üm diyene!” deriz.

İçinde zafer ruhunu taşıyanlara saygıyla…