Kendi sesinin ezgisiyle hayat bulan bir ormanın toprağına kök salmış, kendi sesine yabancı bir ağacın, susmanın gürültüsüne sevdalı dalıydı. Yemişlerini toprağa değil, gökyüzüne savurma düşleri kuran, uzakları kendine yakın bulan, serseri bir rüzgârın avareliğinde anlam arayan bir dal…

***

Herkesin vardı kendince yüklediği bir anlam, köklerine ya da köksüzlüklerine… Kimi toprağına sevdalı, kimi gökyüzüne, kimi engin denizlere… Kiminin meskeni kendi, kiminin de diğeri… Tüm yüklenilen anlamlardan öte, en beride olanı, anlayabilmek, anlamsız da olsa yüklenilen anlamların herkes için geçerli bir anlamı olduğunu! Kendi olarak var olmanın, diğeri tarafından olduğu gibi kabul görmek ile eş değer olduğunu!

Dört mevsimin rengiyle hayat bulan bir ağacın gövdesine sarılmış, kendi kabuğuna yabancı bir dalın, yağmurunu yitirmiş iklimlerin gökkuşağına sevdalı yaprağıydı. Rengini güneşten değil, yeşilin çimeninden alan, yaprakları dalından koparıp atacak kadar esen sert rüzgârları kendine yumuşak bir yorgan yapan, aylak sabahların ayazıyla düşlerini kurutan bir dal…

***

Köklerine yabancılaşmış bir dalın, en çok ihtiyacı olan kökleridir, en çok görmezden geldiği de! Birinin ne zaman ve nerede görmezden geldiği bir şey varsa, görmeye en çok ihtiyacı olan şeyler de orada saklıdır. Sakladığımız şey, aynı zamanda bulmaya en çok ihtiyacımız olay şeydir.

***

Kendi köklerinin sesine yabancılaşmış bir ağacın dalıysan eğer, parçası olduğun gövdenin kabuklarından ayrı, kendine yeni bir kabuk yaparsın, içinde kendin olduğun bir ev olan ve “sen” olan bir dünya barındıran… Aslında her kaçış, içinde büyük bir yakınlaşma arzusu taşır.

***

Çokluk içinden ve çoğunluğun bir parçası olma isteğinden gelir tekli hayatlar… Tek kalamayanlar… Köklerinden uzaklaşmanın ıssızlığında, kimliksiz kişiliklerle ilişki içinde olarak inşa edilen derin yalnızlık, kendine, diğerine ve hayata uzaklığın öteki adıdır.

***

Kendine aykırı bulduğun kabuktan ayrı, kendine özgü bir dünya inşa etmeyi düşlerken, evin kalabalık içinde büyük bir ıssızlık, gürültülü bir sessizlik olur. Bilmediğin, içindeyken farkında olmadığın, ancak derinde bir yerlerde hissettiğin…

***

“Yalnızlığı seviyorum, böyle mutluyum…” yalanını birine söylemek için bile, bir diğerine ihtiyaç duyarken, kendi kendine, sözlerini gerçeküstü şair Lois Aragon’un yazdığı “yalnız insan” şarkısını söylersin…

Yalnız insan merdivendir, hiçbir yere ulaşmayan

Sürülür yabancı diye, dayandığı kapılardan

Yalnız insan, deli rüzgar, ne zevk alır, ne haz verir

Dokunduğu küldür uçan, sunduğu tozdur, silinir.

***

Ve sonra… Günler tenhalığın gün batımını kovalarken, aynı nefesi soluduğun ormanın çoklu kalabalığında, kimliksiz ilişkiler selinde ıssızlaşmışken, kulağına çığlık çığlık umut şarkıları fısıldayan mavi bir kuş gelir konar dalına… Evin şenlenir, renkleri solan dünyan renklenir, bir artı bir eşittir bir olur, giriş kapısının hemen yanındaki, mermer merdivenin, demir korkuluklarının yanı başına, bir teki diğerine çaprazlamasına çıkarılmış bir çift terlik özlemin kokusu olur…

***

Evin, tüm gürültülü kalabalıkların sesine kapını kapattığın, dünyanın en güzel ezgilerini işittiğin iki kişilik bir orkestra olur, salondaki siyah kanepenin kırmızı yastıkları üzerinde unutulmuş beyaz hırka sevginin şefkatli elleri olur… Umutlarının gün batımına geldiğini sandığın gün, bir mavi kuş gelir, konar köklerini yitirdiğin dalına…

Renkleri solan dünyan renklenir, sesi kısılan evin şenlenir… Evin, O insan olur… O ev, O insan olur… Gerçeküstü şairlerin şiirleri düşüşlerin olur… Düşlerin gerçek olur… Yolun, iki kişilik bir yolculuk olur…