Ekonomide bazı önemli gelişmeler vardır ki manşetlerde karşılaşmak pek mümkün olmaz. Satır aralarına gizlenmiş o gelişmeler çoğu zaman küresel dengeleri bile alt üst edecek kadar güçlüdür.

Son günlerde Londra’da yaşanan sessiz ama etkili bir hareketlilik, tam da bu türden bir sinyal veriyor.

Sön gülerde İngiltere Merkez Bankası’nın kasalarından binlerce külçe altın hızla çekiliyor. 

Bu gelişme yalnızca fiziksel bir transfer değil, aynı zamanda küresel ekonomideki güven krizinin açık bir göstergesi.

Kimileri için altın çekmek basit bir envanter değişimi gibi görünebilir. Ancak altının olduğu yerde mesele asla sadece metal değildir. Bu hareket, küresel ekonominin derinlerinde kaynayan bir güvensizlik dalgasının su yüzüne çıkmış hali. 

Peki, bu sessiz paniğin arkasında ne var? 

Neden şimdi? Ve daha da önemlisi, bu gelişme bize ne anlatıyor?

İngiltere Merkez Bankası’ndan külçe altınların hızla çekilmesinin ardındaki en önemli faktör, ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci döneminde ticaret politikalarında daha sert bir tutum sergileyeceği yönündeki beklentiler. Trump’ın ithalata yönelik yeni vergi uygulamalarını hayata geçireceği ihtimali, uluslararası ticaret aktörlerinde ciddi endişelere yol açtı. 

Bu durum altın gibi güvenli liman varlıklarına olan talebi artırdı. Londra’daki külçe altın teslimat slotlarının neredeyse tamamen dolduğu ve Bank of England’ın fiziksel altın teslimatlarında yoğun bir talep baskısıyla karşı karşıya kaldığı bildirildi. Bu yoğunluk, yalnızca bireysel yatırımcılardan değil, büyük merkez bankaları ve kurumsal yatırımcılardan da kaynaklanıyor.

Ancak Londra’dan çıkan altınlar bir yere gidiyor ve bu yer ağırlıklı olarak ABD’nin finansal merkezleri. Özellikle Manhattan’ın derinliklerinde bulunan depolara son dönemde olağanüstü miktarda altın sevkiyatı yapılıyor. Günlük bazda yarım milyon ons gibi devasa miktarlarda fiziksel altın teslimatlarının gerçekleştiği bildiriliyor. 

Söz konusu gerçeklik küresel finansal piyasalarda altına olan talebin ne denli arttığını ve yatırımcıların geleneksel rezerv merkezlerinden çıkarak daha güvenli gördükleri bölgelere yöneldiğini gösteriyor.

2024 yılının ortalarından itibaren başlayan bu hareketlilik, yılın son çeyreğinde hız kazandı ve 2025’in ilk aylarında adeta bir fırtınaya dönüştü. Bu dönemde, fiziki altın rezervlerinin hızla azaldığı, Londra kasalarının neredeyse boşaltıldığı ifade ediliyor. Bu durum yalnızca Londra ile sınırlı değil; Avrupa’nın diğer finans merkezlerinde de benzer eğilimler gözlemleniyor. Altın, güvenli liman olarak yeniden ön plana çıkarken, yatırımcılar ve merkez bankaları, altınlarını daha stratejik lokasyonlara taşımayı tercih ediyor.

Bu süreçte dikkat çeken bir başka gelişme ise altın piyasasındaki faiz oranlarının yükselmesi oldu. Özellikle Londra’da kısa vadeli altın borçlanma maliyetlerinde sert bir artış yaşanıyor. 

Bir aylık altın leasing faiz oranı %5 seviyesine kadar çıkmış durumda. Bu oran, yakın geçmişte %1-2 seviyelerinde seyrederken böylesine keskin bir yükselişin yaşanması, piyasada ciddi bir arz-talep dengesizliğinin ve likidite krizinin habercisi. 

Altını Londra piyasasında ödünç verenler, bu faiz oranıyla yüksek getiri elde edebiliyor. Bu da piyasada altına olan talebin ne kadar yoğun olduğunu gösteriyor.

Altın borçlanma maliyetlerindeki bu artış, piyasalarda güven eksikliğinin ve nakit akışındaki tıkanıklıkların açık bir göstergesi. Finansal kuruluşlar, altın varlıklarını ödünç almak için daha yüksek faiz ödemeye razı geliyor. Bu durum, piyasada yeterli fiziksel altın bulunmadığının ve finansal aktörlerin risk yönetimi açısından fiziki altına olan ihtiyaçlarının arttığının bir işareti.

Bu noktada 2024 yılına baktığımızda, merkez bankalarının altın alımında rekor seviyelere ulaştığını görüyoruz. Dünya Altın Konseyi’nin verilerine göre, 2024 yılında merkez bankalarının toplam net altın alımları 1.044,6 ton olarak gerçekleşti. En fazla altın alımı yapan merkez bankası 89,5 ton ile Polonya olurken, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) 74,8 ton net alımla ikinci sırada yer aldı. Hindistan Merkez Bankası ise 72,6 ton altın alarak üçüncü sırada yer aldı. Bu alımlarla birlikte TCMB’nin toplam altın rezervi 615 tona ulaşarak Türkiye’yi dünya sıralamasında 11. sıraya taşıdı. Merkez bankalarının bu agresif alım stratejisi, küresel ekonomik belirsizliklerin ve güven eksikliğinin ne kadar derinleştiğinin bir diğer göstergesi. Özellikle Türkiye ve Polonya gibi ülkelerin altın rezervlerini artırma hamleleri, sadece ekonomik değil, aynı zamanda stratejik bir önlem olarak değerlendiriliyor.

Bu gelişmelerin ABD borsalarına olası etkileri de oldukça önemli. Özellikle altın gibi güvenli liman varlıklarına yönelimin artması, hisse senedi piyasalarında volatiliteyi tetikleyebilir. Yatırımcılar riskli varlıklardan çıkıp güvenli liman arayışına girdiklerinde, bu durum Dow Jones, S&P 500 ve Nasdaq gibi endekslerde sert düşüşlere yol açabilir. Özellikle finans sektörü hisseleri, bu tür belirsizliklerden en fazla etkilenen alanlar arasında yer alıyor. Bankaların likiditeye erişim maliyetleri arttıkça, kârlılıkları üzerinde baskı oluşabilir. Ayrıca, altın fiyatlarındaki hızlı yükseliş, enflasyon beklentilerini artırarak ABD Merkez Bankası’nın (Fed) para politikası üzerinde baskı yaratabilir. Bu da faiz artırımı beklentilerini güçlendirebilir, ki bu durum borsa üzerinde ek bir baskı unsuru haline gelir.

ABD’deki şirketler açısından bakıldığında, özellikle altına dayalı ETF’ler ve madencilik şirketleri bu süreçten olumlu etkilenebilirken, finansal kurumlar ve borçlanmaya dayalı iş modelleri olumsuz etkilenebilir. Likidite krizine dair artan endişeler, kredi piyasalarında daralma riskini beraberinde getirir. Bu da hem tüketici harcamalarını hem de şirket yatırımlarını olumsuz etkileyerek ekonomik büyüme üzerinde aşağı yönlü bir baskı yaratabilir.

Bugün Londra’nın kasalarından çekilen altınlar, aslında küresel ekonominin görünmez dengesini temsil ediyor. Finansal sistemde işler yolunda gidiyorsa kimse altınını kasadan çıkarmaz. Ama işler ters gidiyorsa, o kasalar hızla boşalmaya başlar. Belki de şu soruyu sorma zamanı: Altın kasaları boşalırken, biz gerçekten neyi kaybediyoruz? Sadece birkaç ton metal mi, yoksa küresel ekonominin bel kemiği olan o görünmez güven ağını mı?

Unutmayın, altının gerçek değeri sadece gramında değil, sakladığı güvende yatar. Ve eğer güven çekiliyorsa, ortada bir sorun var demektir. Sessiz ama derin bir sorun…