Nihayet asgari ücret belli oldu. Her sene olduğu gibi bu sene de işçi temsilcilerinin beklentileri karşılanmadı.

Yüzde 33 enflasyon hedeflemesiyle yola çıkıp muhtemelen seneyi yüzde 45 sonucuyla kapayacak olan Merkez Bankası’nın defalarca artarak değişen hedeflerinin bu seneki ücretin belirlenmesinde önemi rol oynaması beklenirken gerçekleşen değil beklenen enflasyona göre bir karar çıktı.

2021 yıl sonunda başlayan faiz indirimleriyle rayından çıkan enflasyon sonrası göreve gelen yeni yönetimin 16 aydır enflasyonu dinginlemekte başarılı olamamasına rağmen aylar öncesinden bir de hedef enflasyona göre ücret belirleme gibi bir talepte bulunması elbette süreci ciddi derecede etkiledi.

TÜRK-İŞ 29,583 TL olarak talebini açıkladı. Yani 2024 açlık sınırının enflasyon oranı kadar güncellenmesine yakın bir rakam telafuz edildi. Fakat kabul görmedi ve  ekonomi yönetiminin dezenflasyon planı dahilinde beklenen enflasyona göre artış yapıldı.

Son 27 toplantının sadece 7 adedinde tüm tarafların mutabık olduğunu düşünürsek bu sefer de işçi tarafının yukarıda paylaştığım talebinin gerçekleşmeyeceğini öngörmek zor değildi.

Güncellemenin beklenenin altında kalmasının en büyük aktörlerinden biri hiç kuşkusuz ihracatçılar oldu.

Israrla rekabet güçlerini kaybettiklerinden dert yanan ihracatçıların son dönemdeki döviz kuru itirazlarına 2025 yılında bir de iş gücü maliyeti meselesi eklenmiş olacağından mecburen bu yola gidildi.

Kendi hesap kitaplarına göre haklı görünmelerine rağmen rahmetli Özal’dan beri ihracat pazarında olmalarına rağmen 40 yılı aşkın süredir yüksek teknolojide hiç, orta yüksek teknolojide ise bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar marka üretebilen ihracatçılarımıza hiç kimse “sen bunca yıldır kazandıklarının ne kadarını ar-ge’ye, ne kadarını kurumsallaşmaya, ne kadarını inovasyona, ne kadarını markalaşmaya harcadın? Ne kadar katma değer artışı sağladın” diye sormadığı gibi bunca yıldır kazandıklarını işleri yerine arsaya, inşaata, yatlara nasıl verim üretmeyen rant ve lüks konuşu işlere aktardıklarını da sormadığından ister istemez tek rekabet kalemi olarak ellerinde ucuz üretim kaldı. Onun da temelinde işçi ücretleri var. Elbette bunda Suriye’lilerinde etkisi büyük oldu. Onu da unutmamak lazım.

Mevcut ekonomi yönetimi bu konuda şimdiye kadar hep çok kararlı oldu. “İnovasyon yapın, kazandıklarınızı işinize yatırın, daha ucuza daha kaliteli üretim yapan makine-teçhizata yönelin, maliyetleri bu şekilde düşürün, ar-ge ile daha iyi üretim sağlayın, markalaşın, katma değer üretin” çizgisindeler. Son derece de haklılar.

Hasılı ucuz krediye alışan, döviz fiyatlarına sıkı sıkıya bağlanan, işçi ücretlerini kıyasıya baskılamaya çalışan, bu esnada da katma değer üretmeyen, markalaşamayan, inovasyonla üretimini dönüştüremeyen ihracatçının artık işi çok zor. Özellikle de sanayide….

2025 şimdiden ne kadar zor geçeceğini hissetirdi desek yalan olmaz.

Sırada faiz indirimleri var. Asgari ücret artışıyla birlikte muhtemelen ardı ardına iki defada 250 baz puanlık gelecek faiz indirimlerinin nasıl bir kompozisyon oluşturacağını ilk aylarda hep beraber göreceğiz.

16 aydır Merkez Bankasının sürekli ifade ettiği “enflasyonda kalıcı ve belirgin düşüşün” karşılığı olan aylık bazda iyi rakamlar gelmemesine rağmen bu yola girilmesi hala birçok ekonomistin sürece kuşkuyla bakmasına neden oluyor.

Tüm bunlar olurken asıl yapılması gereken, 2021’den buyana toplumun gelir dağılımını bozacak derecede gelir elde eden ilk yüzde 5’lik kesimin vergilendirilmesinden hala ses seda yok. Halbuki önümüze kale gibi duran bir Fransa örneği var. Malumunuz Fransa’da en zengin 24.300 aileye 3 yıl boyunca ekstra yüzde 20 vergi uygulamasına kadar verildi. Çünkü fiyat duyarlılığı olmayan, enflasyonu temelinden körükleyen ve korkunç şekilde zenginleşen bu kesimden vergi alınmadan halktan vergi istenmesi Fransız halkının asla kabul etmeyeceği bir uygulama olacaktı. Ekonomideki faturayı halk-devlet-şirketler beraber yüklenmek zorunda olduğudan kimsenin de sesi çıkmadı.

Darısı başımıza diyelim…