Merkez Bankası faizleri sabit tutarak yaptığı açıklamada mealen, bir süredir kamuoyu tarafından yüksek sesle dile getirilen indirim beklentilerine “yıllık baz etkisine değil, aylık enflasyon oranına bakarak karar vereceklerini” söylemiş oldu.

Yani, aylık %1,5 civarında artış hedefi yakalanmadıkça faiz indiriminin gündemlerinde olmadığını açıkladı.

Açık söylemek gerekirse, bu hedef şu an için sadece bir hayal. Başarılması matematiksel olarak bile imkansız. Ama önemli olan kısmı bu değil. Böylesine fırtınalı bir ortamda usulüyle ifade edilen net tavır.

Tavırlarında sonuna kadar haklılar. Çünkü faizler indiği anda hepi topu tüm mevduatın %55’inin TL’de olduğu bir ülkede bu şartlarda faiz indirimi yapmak demek dövizin önündeki tüm barajları dinamitlemek demek. Carry-trade işlemleriyle döviz eksiğini ikame etmeye çalışan ekonomimizde böyle bir hamle doları çok farklı bir noktaya fırlatabilir. 

Birileri “ne güzel işte, döviz üzerindeki baskıdan kurtulacağız, ne olacaksa olsun” dese de karşımızdaki risk o kadar basit değil. Nedeniyse gayet açık: Çok uzun zamandır dövizin fiyatı arka kapı müdahaleleri nedeniyle bastırıldı ve bu nedenle piyasadaki fiyatlamalar onlarca ay boyunca hatalı şekilde yapıldı, denge bir türlü bulunamadı. Hal böyle olunca söz konusu faiz indirimi sadece dövizi fırlatıp fiyatlar seviyesini yukarı çekmek suretiyle enflasyon oluşturmayacak. Ayrıca hatalı fiyatlamalardan kaynaklanan yangının üzerine benzin dökmüş olacak.

Tabi bunlarla beraber, zaten durgunlaşan ekonomimizin toplam göstergesi olan TL GSYH’sinin en son GDP hesaplanırken yüksek dolar kuruna bölünmesiyle bir de karşımıza ciddi bir küçülme çıkacak… (Bunun kabul edilebilir olduğunu sanmıyorum.)

Gel gelelim, Emre Alkin hocanın metaforuyla ameliyathanedeki anestezi uzmanı olan Merkez Bankası aylardır üzerine düşeni yapıp hastayı operasyona hazırlama görevini ciddiyetle gerçekleştirmesine rağmen başcerrah konumundaki Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan geliri artırmaya yönelik adımlardan başka bir girişim görülmüş değil.

Halbuki, vergi artışlarıyla gelirleri artırmanın yanında kamu harcamalarını kısmak yoluyla da giderleri azaltması lazım. Hatta bu en önemli vazife diyebiliriz. Krizden çıkış operasyonunu başarıyla tamamlamış tüm ülkeler bunu başarabilen ülkeler olmuştur. Bı alanda ilerleme olmadığı gibi 7.ayda biten devasa bütçeler görüyoruz.

Başcerrahın bu metaforda diğer bir vazifesi de tüm cerrahlara ameliyatın bir kısmını delege etmek. Yani diğer bakanlıkları da oyuna sokup onlardan şu iki başlıkta destek almak. 

İlki aşılmasının teklif dahi edilemez olduğu bütçesini en verimli şekilde nasıl kullanacağını sorup tasarruf isteme başlığı.

Diğeri ise hali hazırdaki fiyat artışlarının yükselmesini önlemek adına atacağı adımlar  başlığı.

Örneğin, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hangi aksiyonları gıda enflasyonunun önünün kesilmesinde yardımcı olacak?

Tüm bakanlıklardan ve genel müdürlüklerden bu alanda kendi alanlarına ilişkin yol haritası ve aksiyon planı istenmeli, sıkı sıkıya performans takip edilmeli…

İşte bu çerçevede yapılacak bir ameliyatla ciddi başarı yakalanması mümkündür. Aksi takdirde narkozla aylarca stabil tutuldu diye hiç bir ameliyatlık hasta operasyon olmaksızın sağlığına kavuşamaz. Faiz indirmek bu şartlar altında tam olarak narkozla uyutup durumu stabil tutulmuş bir hastanın hiç bir operasyon olmaksızın taburcu edilmesine benzer.

Diğer yandan, belki bu uyutma süreci gelişmiş bir ülkede olsa çok yorulmuş bir koşucuyu dinlendirmek suretiyle vücut düzenin yeniden inşasını sağlamak çerçevesinde değerlendirilebilirdi.

Evet, belli bir refah seviyesinin yarattığı talep enflasyonunda bu tip sadece faiz artışı/indirimi hamleleriyle bişeyler başarmak mümkündür. Böylece insanlar acil-elzem olmayan alışverişlerinden vazgeçerek enflasyonun dizginlenmesinde ciddi katlı sağlayabilir. Fakat bu model her ne kadar şu an ülkemizde deneniyor olsa da bize hiç uygun değil. Çünkü bizim ülkemizdeki ücretli orta sınıf her geçen gün kan kaybediyor. Ücretlilerin %20’si asgari ücretli ve açlık sınırının altında gelirleri var. %80’i ise yoksulluk sınırında. Yani ücretliler tarafında kimsenin ekstradan harcayacak ve talep enflasyonu oluşturacak parası yok! 

Hepsi bir yana, böyle bir dönemde 200 milyarlık ekstra vergi toplamak için çabalanırken, emekli maaşları ve asgari ücrete enflasyon oluşturmasın diye tedbirler konarken iş dünyasına yönelik yüzlerce milyarlık vergi aflarıyla beraber erkenden biten bütçelerin olduğu bir ortamda halkın enflasyonun dizginleneceğine inanmasını beklemek çok zor olduğundan faiz indirimleri başlar başlamaz paraların dövize kaçmama ihtimali ne yazık ki yok!

Unutmadan, bir de faizle dizginlenen koskoca bir M2 para arzımız var. Yıllık %40-50 faiz oranıyla bankalarda bekleyen vadeli mevduatlardan trilyonlarca yeni TL üredi. Bunlar faiz var diye hareketsiz durduğundan şu an için enflasyon oluşturmuyorlar. Fakat faizler düşmeye başladığında önemli bir kısmı ya gayrimenkule ya da ticari mallara kaçacak. İşte o zaman gerçek bir talep enflasyonu başlayacak. Kriz içinde kriz…

Adeta sonsuz bir cendere…