Hoş görü toplumundan hızla nefret toplumuna evrildik...

Belki de seçim gerginliği, geçici olduğunu ümit ettiğim böylesi bir döneme sürükledi bizi.

Farklı nedenlerle olsa da hepimizin bu sosyal savrulmada payı var.

Topluma karşı sorumluluklarımızı artık göz ardı etmemeliyiz.

Yaşadığı çevreye yabancı kalacak derecede toplumundan kopuk bir fikir ve düşünce kümesine sıkışan zihin yapısından kurtulmayız.

Yoksa kabul etmek zorunda kalacağımız gerçeklik, bedelini hepimizin birlikte ödeyecek ağır sonuçlar olacaktır.

Hep ödedik, yine ödüyoruz...

***

İşte 6 Şubat’ta yaşanan depremin hem insani hem de ekonomik maliyetini hep birlikte yüklendik.

Kalan ömrümüzü yasa çeviren elim olayın nedensellik örgüsünde çok taraflı sorumsuzluklar silsilesi var.

Kendini sorgulamadan muaf tutanların yargılamada adaletine inanılabilir mi?

50 binden fazla insanı kaybettiğimiz, 13 milyon insanı etkileyen ve milyonlarca insanı yerinden yurdundan eden bu doğal afetin sonuçlarının ağırlığından kimin payına ne düşüyor?

Kime hangi vazife ve sorumluluklar yükleniyor?

Toplumun her bir ferdinin, kendine ‘bana düşen nedir?’ sorusunu yöneltip en sağlıklı ve makul sonucu üretecek bir yanıt bulması ve eyleme dökmesi gerekiyor.

Böylesi olağanüstü şartlarda atılan adımlar birer vatandaşlık görevidir. Bir şarta ve koşula bağlanamaz!

Kaldı ki insanın doğası, inancı ve kültürel birikimi açısından da 6 Şubat gibi durumlarda sergilenen tavır iyilikten ve güzellikten yana olmalıdır.

Bu bağlamda da iyiliği bir şart veya koşula indirgenemeyeceği unutulmamalıdır.

Gayrısı maddi yağmacılığın, soyut anlamdaki pratiğinden başka ne olabilir?

Düşünce yağmacılığı!

Ülkemizin aklını kullanma, düşünme ve fikir üretme eğilimindeki kesimlerinin bunu düşünmesi gerekiyor.

Bu yağmacılık türünün maddi anlamdaki yağmacılık fiiline de kaynaklık ettiği anlaşılabilir.

***

14 Mayıs sonuçları sonrası, deprem bölgesindeki afetzede vatandaşımıza siyasi tercihlerinden dolayı hakaretler savuran işte bu yağmacılık türüne örnektir.

Neymiş! Yardım etmişler! İyilik etmişler! Ama onlar hak etmemiş!

Politikasını tamamen demokrasi, hak ve özgürlük istismarı üzerine kuran zihin yapısının pratikte baskıcı ve dayatmacı kimliği bu birkaç günde bir kez daha deşifre oldu.

Bir gazete, utanç vesikası niteliğinde bir manşetle vicdansızca, ‘demek ki depremzedeler çadır hayatı yaşamayı çok sevmiş’ diyebildi!..

Halkın bir bölümünü politik tercihleri dolayısıyla hor gören, aşağılayan, ötekileştiren ve dışlayan bir takım sınırlı çevrelerde egemen zihin yapısı, iyice ipin ucunu kaçırdı!

Çılgına dönmüş, çığırından çıkmış, ağzından salyalar saça saça hönküren çok sesli bir canavara dönüştü!

Kerameti kendinden menkul tipler, çoktan ifade özgürlüğü sınırlarının ötesine geçti.

Bunlara ne yapabilirsiniz?

Atsan atılmaz! Satsan satılmaz!

Yahu adam aleni millete hakaret ediyor!

Yahu kadın açık ve net milleti aşağılayıp küfür ediyor!

“Bu ülkede yasa yok mu?”, “Hukuk yok mu?”, “Kamunun ortak menfaati nerede?” diyerek eyleme geçilse, adam ya da kadın yargılansa ve de diyelim tutuklansa haydi o zaman seyreyle cümbüşü!

Yine aynı kukla tiyatrosu ezberleri dökülecek ortalığa!

“Türkiye’de ifade özgürlüğü yok!”

“Türkiye’de basın özgür değil!”

“Türkiye’de adalet yok!”

Nasılsa dışarıda bu tayfanın ekmeğine yağ sürecek çok!

Ver bakalım coşkuyu!

***

Oysa görmeliyiz ki asıl despotlar, bu ‘sözde demokrasi’ çığırtkanlarıdır!

Hem kendi mahallelerine hem de karşı mahalleye yönelik baskı ve dayatmalarının neredeyse bir sınırı yok!

Bu sağlıksız zihin yapısının örgütlü kötülüğü, önüne gelen her değeri dejenere ediyor.

Bu öyle bir çamur ki sürekli kendini yeniden üretiyor!

Toplumun geneline baktığınızda bağnaz, sığ ve basma kalıp zihin yapısının bu kesimde olduğu görülüyor.

Onlar öylesi kör haldeler ki toplumsal muhalefetinde katili oldular!

Bugün emin olunuz ki onlarla aynı tarafta görünmemek için eleştirilerini dizginleyen milyonlar var.

İtiraz kültürü Köroğlu temsiliyle simgeselleşen Türk toplumu, bugün itiraz ruhunu frenliyorsa bunun bir nedeni de abuk sabuk muhalif eğilimlerdir!

Kıymetli okur, lütfen düşünün!

Türk kültüründe dağın önemi ve yeri tartışılabilir mi?

Ama geldiğimiz nokta öyle acı ki bugün Dadaloğlu gibi ‘ferman padişahın dağlar bizimdir’ desek ne anlaşılır?

Bölücü terör örgütü pkk, toplumumuzda insani ve maddi yaralar açtığı gibi kültür hayatımızda da derin çukurlara neden oldu...

Sosyal bütünlüğün ana kaynağı olan kültür birikimimize verilen bu zarardan daha büyük ne olabilir?

Bunun için soyut hazinelerimizi tahrip eden her ne varsa onunla mücadele etmek zorundayız.

Evet, bazen bu mücadelede bizim de hiddet derecesine varacak kadar ölçümüz kaçıyor. Fakat emin olunuz ki bu, kültürümüzü savunmaya olan inancımızın keskinliğinden kaynaklanıyor.

Muhafaza alanımızın esası Türk kültürüdür.

Saygıyla...