Bu haftaki yazımızda, mezar taşları üzerinde kuş figürlerine yer verilmesi geleneğini kısaca ele alacağız. Atalarımızdan miras olarak devraldığımız bu geleneklerin, kadim tarihimizin derin izlerinden kaynaklandığını hepimiz biliriz. Türkler, eski çağlardan beri gökyüzüne ve göktekilere ilgi duymuşlardır. Güneş’e, Ay’a, yıldızlara, gökte uçan kuşlara, gökten gelen ses ve ışıklara, hatta göğe yükselen dağlara bile tanrısal nitelikler yüklemişlerdir.

***

Günümüzde bile Allah, gökte tasavvur edilmez mi? Şüphesiz bunda eski çağlara ait Dünya ve evren düşüncelerinin etkisi büyüktür. Antik çağlarda, yerin düz zannedilmesinden kaynaklanan “gök”ün üstte ve dolayısıyla üstün oluşu fikri, insanüstü tanrıların, insanın yaşadığı “yer”den üstte yaşaması gerektiği düşüncesini oluşturmuş ve insanlar tanrılarını yüksekte, “gök”te arar olmuştur.

***

Konumuza dönecek olursak, eski dönemlerden bu yana Türk inanç sistemine göre ölümden sonra insan ruhunun dünyadan uçarak, gökteki bir yere göçeceğine inanılır. Türkler için “ölmek” bir yok oluş, bir bitiş değil; kuş olup göğe yükselerek, atalara kavuşma ve gökle birleşmedir.

Orhun Yazıtlarında ölen için “uçtu” veya “kergek oldu” ifadeleri kullanılmıştır. Eski Türkçede cennete verilen isim ise “uçmak”tır. Netice itibarıyla bu kavram, ruhun bedeni terk ettiği zaman “uçan kuş” kılığında olduğuna dair eski Türk inanışlarına dayanmaktadır. Uçmak, ölümden sonra iyi insanlara mükâfat olarak vaadedilen, yeşillikler ve nimetlerin bol olduğu, ışık dolu bir yerdir.

***

Örnekler vermek gerekirse, “Dede Korkut Hikâyeleri”nde Deli Dumrul’a Azrail kuş suretinde gelir. “Ölüm meleği, Dumrul’un karısının canını almak için onun bedenine kancasını saplar, kadının canı bir güvercin olarak Tanrı katına ulaşır.” Yunus Emre: “İşbu söze Hak tanıktır, bu can gövdeye konuktur / Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi” derken, Karacaoğlan: “Can kafeste duran kuştur / Elbet uçar gider bir gün” demiştir. Âşık Veysel ise: “Can kafeste durmaz uçar / Dünya bir han konan göçer.” şeklinde dile getirmiştir.

***

Bu arada, yeri gelmişken kısaca Samanyolu’ndan da bahsetmek isterim. Türk kültür tarihi içerisinde önemli bir yere sahip olan Samanyolu için ilk Osmanlı kitaplarında “Gök Kapusu” terimi kullanılmıştır. Eski zamanlarda Türkler, göçebe kuşların Samanyolu yönünü izlediği için bu yıldıza “Kuşlar Yolu” adını vermişlerdir. Aynı zamanda Şamanların, Samanyolu’nu uçarak geçtikten sonra Tanrı’ya giden yolun kutsal kapısı sayılan Sirius Yıldızı’na ulaştırdıklarına inanılırdı.

***

Bence atalarımız için ölüm olgusu da, insan ruhunun “kuşlar yolu”nu takip ederek uçması ve Tanrı’ya kavuşma isteği içerisinde ölümsüz bir hayat için bir başlangıç ve geçiş olmasından başka bir şey değildir. Özetle, Cennet’e “uçmağ”, Samanyolu’na "Kuşlar Yolu" yani şamanların veya ölerek bir kuş gibi uçanların yolu denilir.

***

Medeniyet birikimlerimizin tutulduğu birer toplumsal hafıza kayıt alanları niteliğinde olan ve geçmişle gelecek arasında birer kültür köprüsü olarak vazife gören mezar taşlarında kuş figürlerinin bulunması da, ölüm ve göğe yükselme, ruhun uçup gitmesi gibi inanışlardan kaynaklanmaktadır.