“Ödevini bilmeyen, hakkını savunamaz!”

Vatandaş olarak her birimizin birtakım ödevleri ve sorumlulukları var. Elbette bunlarla birlikte haklarımız da!

Fakat ödev ve sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirmediğimiz yerde hak kaybına uğramaktan nasıl şikâyet edebilir ve hakkımızı nasıl arayabiliriz?

Belki de nedensellikten başlamak gerek!

İnsan, ‘sefaletine’ her daim neden yerine suçlu arıyor. Oysa nedenini sorgulasa kendiyle yüzleşmesi ve gerçekliğini görmesi mümkün olacak. Belki çözümü bulacak!

Yaşanan olaylar ve sonuçlarına dair toplumda ilk refleks olarak yargılama ve suçlama eğiliminin ortaya çıkması da aslında bu herkesteki korkaklık ve kolaycılık vasatına işaret etmiyor mu?

Hangimiz işimizi noksansız ve tam sorumlulukla icra ediyoruz? İştigalimizin bedelini ödemeye ve hem manen hem de madden yükünü sırtlama hangimiz katlanıyoruz?

Hemen hepimiz, bir boşluğu doldurma ve boşluktan istifa etme derdinde! Bireysel kurtuluş sanrısındayız!

Haliyle siyasetçisinden sivil toplumuna iş dünyasından sanat kesimine işçisinden çiftçisine toplumun her katmanında bir mana ve değer yitimi yaşandığı görülüyor.

Bu tam da müştereklerin kaybolduğu ve kolektif bilincin sıfırlandığı zamanın illeti, şahsi ve oligarşik çıkarların öncelendiği bir yağma cinneti!

Peki, böylesi dönemlerde ideal olanı savunmak kadar kendini ve ait olduğunu bulmak da güç değil midir?

Ya da ‘sahip olma’ hırsının ruhları işgal ettiği yerde ait olmanın anlamı nerededir?

Halbuki insanın hayatında ‘satılamaz’ veya ‘satın alınamaz’ olması gereken nitelikler olmalı…

Kaçımızın hayatında hiçbir rakam ile ölçülemez değerler vardır?

Düşünün, ne kaldı geriye satılmadık?

Toplumsal ilerlemenin ön koşulu, kural değil kurala ihtiyaç duymayacak derecede gelişmiş sosyal zekadır.

Acılar, travmalar, kayıplar, diyetler ve ağır bedeller cemiyetin ortak akıl geriliğinin neticesi değilse nedir?

Kafamızı kuma gömmenin, pısırık bir uyumculuğun yumuşaklığına kapılmanın yeter haddine ulaştık artık.

Şapkayı önümüze koymalı ve birimiz için değil ‘hepimiz için çalışmayı’ eyleme dökmeliyiz.

Sorunlar üzerine beylik laflarla dolu belagatler savurup havanda su dövmek yerine her birimiz elimizi taşın altına koymalıyız.

Bugün geç! Yarın daha da geç olmadan sosyal zekanın çarklarını, rantın ve sahip olma hırsının çarklarından daha hızlı döndürmeli ve hatta o menfaat düzeneğini kırıp atmalıyız.

Nereden başlayacağız? Kendimizden! Ailemizden! Hanemizden! Kapımızın önünden! Sokağımız ve mahallemizden başlayacağız!

Gördüğümüz bozuculuğu ve çarpıklığı birilerinin düzeltmesini beklemeden kendimiz düzeltmeye ‘adam sen de’ dememeye ve sorumluluk almaya cesaret edeceğiz!

Nice felaket, facia, afet gördük! ‘Ders aldık mı?’ sorusu bir klişe oldu ama pratiğe hiç dönmedi!

Hareketi tepeden veya başkasından beklediğimiz sürece de dönmeyecek!

Öyleyse kendine gel vatandaş!

Başlamak istiyorsan mesela evinden başla! Sor kendine ‘deprem kuşağında bulunan evim dayanıklı mı?’ ve gerekeni yap!

Kolaycı olma, umursamaz olma, korkak olma, çözümü başkasından bekleme, irade göster, üstlenmek gereken sorumluluğu üstlen, ödevini yerine getir sonra hakkını ara!

Yoksa sen ödevinden çalarken ben neden hakkımdan olayım?

Ödev bilincinde olan vatandaşa saygıyla…