Her seçim olduğu gibi 14 Mayıs’a doğru da sandık normali haline gelen müjde yağmuru, kitlenin akışına yön verecek bir sele dönüştü.

Ağır ekonomik şartlar nedeniyle kırgın ve küskün blokun tepkisi, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı müjdelerle çözüldü.

Kararsız seçmenin Sayın Erdoğan’dan çok AK Parti’ye odaklanan soru işaretleri, azaldı.

Togg’un yollara çıkışı, savunma sanayinde somutlaşan hayaller, nükleer gücün realize olması, bor karbür tesisi açılışı, batarya yatırımı, uzay çalışmaları gibi hamleler, ‘yapabilme becerisini’ Sayın Erdoğan’ın şahsına ve Cumhur İttifakı’na indirgedi.

Sokakta yeniden ‘evet bir şeyler yapılıyor’ denilmeye başlandı.

İktidarın yaptıkları karşısında ‘yapabilme becerisine’ haiz olduklarını gösterebilecek bir işaret veremeyen muhalif kanat, yine döndü dolaştı soğanı politik retoriğin konusu haline getirdi.

Oysa asıl sorun soğanın fiyatı değil.

Biliyoruz ki soğan hasadı yaklaştı. Bir süre sonra bolluğunda yine çöplere, derelere dökülecek.

Ülkemizde bir kesim için asıl sorun, dar gelirli olmaktır.

Bu noktada muhalefet dar gelirliye akılcı ve gerçekçi bir politikayla ulaşamadığı gibi bu grubun içselleştirdiği duygulara ters bir takım ilişkiler içine de girmektedir.

Türkiye’de teröre özerklik vaat edip sonrasında soğan fiyatıyla kitleyi ikna edemezsiniz.

Öte yandan iktidarın da kabul etmesi gereken bir takım gerçeklikler var.

Evet, küresel güçlerce fonlanan, görünür kılınan ve çocuklara özendirilen bir takım sapkınlıklar, aile  kurumuna yönelik bir tehdittir.

İktidarın aileyi korumak adına bu global ölçekte organize olan kötücül akıma karşı duruşu kabul edilebilir.

Ancak unutmamalıyız ki ‘aileyi muhafaza’ için öncelikli olarak ailenin gelir seviyesini artırmalıyız.

Dar gelirli ailelerin çocuklarının içine düştükleri bir takım bataklıkların sayısız örneğiyle karşılaşıyoruz.

Hele ki bu ailelerin, bir takım temel ahlak ilkeleri ve inanç akideleri bağlamında sahip olduğu bağlar zayıfsa ortaya çıkan tahribat daha vahim olabiliyor.

Ve bir noktadan sonra bu dejenerasyon, mali sebeplerin de üstüne çıkarak toplumun tüm katmanlarında yaygınlaşabiliyor.

Bu noktada inkar etmemeliyiz ki zengin sınıfın da zevklerini önceleyen tutumları, çoğu zaman içerisinde bulunduğu topluma karşı sorumluluk hissiyatını yadsıyabiliyor.

Özellikle genç kuşaklarda maddesel sahiplik yarışı, çürümeyi alt tabakada başlatıyor en üstlere kadar tırmandırıyor.

İşte bu noktada sosyokültürel zenginliğin korunması sosyoekonomik şartların iyileştirilmesinden geçiyor.

***

İktidar; asgari ücretli, işçi, çiftçi, dar ve sabit gelirli, esnaf, şirket sahibi ve iş dünyasına yönelik bir dizi müjdeler verdi.

Özellikle EYT konusunun çözülmesi, maliyeti ağır olsa da sosyal bir kazanım olarak toplumsal haneye yazıldı.

Yine KYK borçları adımı, devlete bağlılığı pekiştirdi. (Not: KYK borcunu, aldığının çok üstünde faiziyle ödemiş biri olarak bunu söylüyorum.)

Haklı olarak şimdi memurların gözü ve kulağı Sayın Erdoğan’ın kendileri için vereceği müjdede.

Aileleriyle birlikte 25 milyonu bulan memur ve memur emeklilerinin de şartlarının iyileştirilmesi gerekiyor.

***

Ülkemizde memura yönelik en haklı ve tutarlı mücadeyi yapan sendikaların başında gelen Türkiye Kamu-Sen’in bir takım beklentileri var.

Söz konusu beklentileri Bursa’da sendikacılığın önemli ismi Türkiye Kamu-Sen İl Temsilcisi İbrahim Bulut dile getirdi ve 1 Mayıs’ta müjdeler beklediklerini açıkladı.

Bulut, Türkiye Kamu-Sen olarak beklentilerini şu şekilde sıraladı:

1)     Memurlarımıza ek zam ve refah payı verilerek alım güçlerinin yükseltilmesi.

2)     Enflasyon farkının, ortaya çıktığı ay itibarı ile ödenmesi.

3)     Sözleşmeli ve güvencesiz çalışmanın bütünüyle kaldırılarak tüm kamu çalışanlarının güvenceli ve kadrolu biçimde istihdam edilmesi.

4)     1’inci Dereceye gelmiş bütün kamu personelinin ek gösterge rakamlarının 3600’e yükseltilmesi.

5)     Memurlarımıza da dini bayramlarda ikramiye verilmesi.

6)     Tüm ek ödemelerin emekliliğe sayılması ve emeklilikteki ayrımın kalkması.

7)     Günün şartlarına uygun olarak sosyal yardımlar, ek ders, nöbet ücreti, fazla mesai gibi ödemelerin artırılması, kira, giyim, yemek yardımı gibi yeni sosyal yardım kalemlerinin oluşturulması.

8)      Yardımcı hizmetler sınıfı personelinin genel idare hizmetleri sınıfına geçirilmesi

9)      Deprem bölgesinde görev yapan kamu çalışanlarının barınma ihtiyacı başta olmak üzere ekonomik, sosyal ve psikolojik olarak desteklenmesi.

10)    Memur maaş sisteminin sadeleştirilerek tüm memurların yürüttüğü kamu hizmetinin gerektirdiği niteliklere uygun bir maaş almalarının sağlanması.

11)    Kamuda mülakat uygulamasının bir an önce kaldırılarak liyakat ilkesinin tam anlamıyla hayata geçirilmesi.

12)    4/C’li iken 4/B’ye geçen kamu çalışanlarının eğitim durumlarına uygun kadrolara atamalarının yapılması.

13)    Kamu çalışanlarına şiddetin son bulması için gerekli tedbirlerin alınması.

14)    4688 sayılı Kanunun revize edilerek toplu sözleşme sisteminin katılımcı ve sonuç alıcı bir hale gelmesi için imza ve itiraz yetkilerinin toplu sözleşmeye katılan tüm konfederasyon ve sendika temsilcileri lehine genişletilmesi.

15)    657 sayılı Kanunun revize edilerek günün şartlarına uygun hale getirilmesi.

Yukarıda sıralanan her bir talep, Türkiye’nin ekonomik şartlarıyla uygulanabilecek düzeyde gerçekçidir.

Ülkemiz, toplumumuzun huzuru ve güveni için çalışan memurlarını rahatça yaşatabilecek güçtedir.

Üstelik memura verilen her bir kuruş, sosyal hayatta ekonominin çarklarının dönmesine yarayan bir etkiye sahiptir.

Bu sese kulak verilmesi gerekmektedir.

Esen kalın.