Günlük yaşantımızda uyguladığımız birçok gelenek aslında tarih öncesinin karanlık dehlizlerinde kaybolmuş olan inanış, yaşayış ve sosyal şartların hatıralarıdır. Zamanla sosyal şartların, yaşayış ve üretim biçimlerinin değişmesine uygun olarak, sosyal ilişkilerin ve inanışların yeni şekiller almasına rağmen, eski gelenekler yeni şartlara ve çevrelere göre yeni anlamlar alarak yaşamaya devam etmiştir. Bu hafta sizlere Türk dünyasında ölüm ve yas ritüelleri arasında kabul edilen ‘ağıt’ ve ‘sığıt’ adetlerinden bahsetmek istiyorum.

***

Türkler asırlar boyunca çeşitli dinleri benimsemelerine rağmen, eski Türk dini gelenekleri manevi hayatlarında derin izler bırakmıştır. Özellikle ölüm ve sonrasına mahsus âdet ve geleneklerimiz ile bunlara ait terimler ve bu terimlerin ifade ettiği inanışlar, nesilden nesile geçerken toplumun içinde bulunduğu sosyo-kültürel çevrenin özellikleriyle yeni anlam ve biçimler kazanmış, özde değişmeden gelişerek günümüze kadar ulaşmıştır.

***

Kişisel ya da toplumsal düzeyde acı veren ölümlü pek çok olay, Türk boylarında genellikle ağıtla ifade edilmiştir. En az doğum kadar gerçek olan ölüm karşısında çaresiz kalan insanoğlu, bu çaresizliği bazen gözyaşı dökerek, bazen üzülerek, bazen de ağıtlar yakarak yansıtmıştır. Ancak, yaşanan acılar zamanla etkisini kaybetse de duygu yüklü ağıt sözleri kültürel hafızada korunabilmekte ve kültürün önemli nitelikleri arasında varlığını sürdürmektedir.

***

Ağıt yakmanın ya da ölüm karşısında hissedilenlerin yazı diline aktarımının Türk halkları arasında çok eski bir geçmişi vardır. Türk kültüründe cenaze töreniyle, yasla ve ağıt söyleme geleneğiyle ilgili bilgileri Göktürk harfli yazıtlardan ve aynı döneme ait Çin kaynaklarından takip edebilmek mümkündür. Bu yazıtlarda ölüm karşısında hissedilenlerin, ölenle ilgili düşüncelerin, övgülerin çoğu zaman şiirsel bir üslupla, bazen ölenin ağzından bazen de üçüncü şahıslar üzerinden nesir şeklinde ifade edildiği görülür.

***

Bu dönemde yoğ törenleriyle ilgili en dikkat çekici uygulamalardan biri de sığıtçılar ve bunların söyledikleri ağıtlardır. İslâmiyet öncesi dönemde ‘sagu’ adı verilen ağıt, tarihi süreç içerisinde çeşitli Türk toplulukları arasında değişik şekillerde adlandırılmıştır. Göktürk Yazıtlarında, ağıt, ağıt söyleyicisi ve ağıt söyleme geleneği karşılığı olarak; ‘sığıt’ (ağlama, hıçkırış, feryat, matem anlamında),  ‘sığıtçı’ yani ağlayıcı, feryat eden gibi sözler yer almıştır.

***

Değişik coğrafî sahalarda yaşayan Türkler arasında hâlâ devam eden bu ölüm ritüellerine Türk yazılı kaynaklarında ilk defa bu yazıtlarda rastlanır. Bu kitabelerden başka, Karahanlılar dönemi eserlerinden olan Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı Kutadgu Bilig ve Kâşgarlı Mahmud’un Divanü Lugat-it Türk adlı eserleri ile Dede Korkut Hikâyeleri de bu konuda başvurulabilecek orijinal eserler arasında yer almaktadır.

***

Ağıt ve Sığıt adetlerinin günümüzdeki durumu o zamanların ölüm ritüellerinden farklı değildir aslında. Sadece dini inançların gelişmesine uygun olarak bu adetler de gelişim göstermiş, ölülerin ruhu için Hatim-i Şerif yapmak, Yasin-i Şerif ve Fatiha-i Şerif okumak, Mevlit-i Şerif okutmak, helva ve sadaka dağıtmak, kurban kesmek, çeşmeler yapmak ve benzeri gibi dini adetler haline gelmiş olup sürüp gider.