Ülkemizde eğitim ve öğretim piyasalaşmanın kıskacında…

Artan nüfus ve hızlı şehirleşme, kamunun eğitimdeki rolünü özel sektörle paylaşmasını zaruri kıldı.

Devlet okullarında tekli eğitime geçişin sarkması ve kamunun eğitimde şartları yine kamu çalışanına göre dizayn etmesi, vatandaşı özel sektörün pençelerine itiyor.

Özel sektörde çalışan bir erkek ve kadın için mesai sabah 08.00’de başlıyor, en iyimser durumda 18.00’de bitiyor…

Devlet okulları ise sabah 08.30-09.00 arası açılıyor, 15.00-15.30’da kapanıyor. Hadi çocuk etüde kalsın, 17.00’de veli çocuğunu almak zorunda…

Peki, nasıl? Mümkün değil! Alacak ve bakacak kimseniz yok. O zaman doğru özel okula…

Esasen KPSS sonucu aldığı puan atanmak için yeterli olmayan öğretmenlerin ucuz emeği üzerine kurulan özel sektör eğitimi nitelik anlamında da güven vermiyor.

Düne kadar özel okullarda okuyan çocuklara yönelik devlet desteği veriliyordu. Bu konu şimdi ne âlemde bilen yok?

Pandeminin etkili olduğu 2020 yılına kadar ücretleri katlanılabilir seviyedeki özel okulların şimdilerde fiyatları da el yakıyor.

Malum enflasyonun durumu ortada haliyle onlar da haklı konumda bulunuyor.

Benim görüşüm, eğitimin tamamen kamunun idaresinde ücretsiz olması ve hayatın mantıksal gerçekliğine göre sistematize edilmesidir. Fakat bugün piyasa egemenliği altında bu çok güç…

Ama bizim, eğitimde fırsat eşitliğini tesis etmemiz gerekiyor. Bol gelirlinin çocukları kolejlerde dar gelirlinin çocukları 40 kişilik sınıflarda…

*** 

Dün, Mudanya Üniversitesi’nin basın toplantısına katıldım…

Mudanya Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Gıyasettin Bingöl ve Rektörü Prof. Dr. Hasan Tosun bu yıl yeni açılan 6 bölüm hakkında bilgi verdi.

Üniversitede mevcut bölümlere ek olarak Bilgisayar Mühendisliği, Elektrik Elektronik Mühendisliği, İngilizce Endüstri Mühendisliği, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon, Çocuk Gelişimi, İngilizce Psikoloji bölümleri açılıyor.

Gıyasettin Bingöl, “YÖK bu yıl üniversitelere yeni bölüm açma onayı vermedi. Mudanya Üniversitesine verilen 6 yeni bölüm açma onayı bu nedenle çok kıymetli” dedi.

Bu açıdan kendilerini tebrik ediyoruz…

Benim için Bingöl’ün ifadelerinde dikkat çekici olan özel okulculuk geçmişini “Hep lordların çocukları değil Anadolu çocukları da okusun istedik” sözüyle izahıydı.

Kitapçılık, dershanecilik, özel okulculuk ve nihayetinde üniversite kurma ile zirveye ulaşan eğitime yatırım hayatında Bingöl’ün bu sözü, aslında eğitimdeki fırsat eşitsizliği sorunumuzu resmediyor.

Belki de Bingöl, ekonomik manada başarmış olmanın egosantrik tatminine böyle bir erdem kılıfı giydiriyor, bilemeyiz.

Ancak gerçek olan şu ki eğitimdeki fırsat eşitsizliğine uğraşmış biri hayata skor olarak geride başladığı gibi her alanda daha çok çile çekiyor.

Düşünsenize Anadolu’nun bir köy ortaokulundaki öğrenci ile herhangi büyükşehrin iyi bir okulundaki öğrenci aynı soruların sorulduğu sınava giriyor.

Aldığı eğitimle İstanbul’daki öğrencinin iyi bir liseyi kazanması olağan, ama köydeki çocuk için mucize gerekiyor.

Aynı şekilde üniversite sınavlarını da düşünün… Kabataş’ta okuyan bir genç ile taşra lisesinde okuyan genç aynı üniversiteyi kazanabilir mi?

Kazanması, ironik ve ikonik bir başarı hikâyesi sayılıyor.

Bunu bir dönem FETÖ yaptı, çaldığı soruları vererek kırsalda yaşayan çocukları sahte başarı hikâyelerinin aktörü olarak kullandı. Yetmedi kendilerinden olmayan birçok gencin kaderiyle, hayalleriyle oynadı…

Ülkemiz eğitimi, ne cevherleri öğütüp una çevirdi kim bilir?

***

Ülkemizdeki bazı üniversiteler, ne yazık ki gençlerimiz açısından otobüs geçmeyen durak gibi…

İşgücüne katılımını dört yıl ötelemeye yarayan sıralarda, gençlere ne eğitim veriliyor ne ufuk kazandırılıyor!

Şayet bireysel bir çaba yoksa devlet okullarında olduğu gibi üniversitelerde de bazı hocaların öğrencinin gelişimiyle işi yok. Varsa yoksa…

Bu yönüyle aslında yükseköğretimde ciddi bir boşluk var. Öğrencisini farklı kılmak adına eğitim modelinden kadro yapısına, iletişim süreçlerinden girişim çalışmalarına ağırlık veren kurumlar kısa vadede ilgi çekecek, orta vadede gelişim gösterecek ve uzun vadede kalıcı başarılara imza atmış olacaktır.

Bugün üniversitelerden beklenen ne acı ki yalnızca diploma vermesi değil gencin mezun olduğu alanda ihtiyaç duyulan yetkinliklere haiz olabilmesidir. Çünkü üniversite diplomasına sahip olduğu işin pratiğinden bihaber şekilde mezun olan binlerce genç var.

Bunu düşündüğünüzde Mudanya Üniversitesi, şayet nitelikli mezun yetiştirme düşüncesi, gayreti ve mesaisi içinde olursa kısa sürede dış kulvardan bir sıyrılma yapabilir.

Sadece Bursa kentinin nüfus hacmi bile üniversitenin büyümesini sağlayabilir. Ama bence büyümekten daha önemli olan üniversitenin iyi mezunlar vererek kendini ispatlamasıdır. Ki bunun sınav sonucu sıralamasından bağımsız sağlanması gerekiyor.

Tabi bir de gelişimi pozitif bilimlerle sınırlamayıp sosyal bilimlerde de atılım yapması, üniversitenin felsefeyi de gündemine alması özellikle de tiyatro başta olmak üzere güzel sanatlara da perde aralaması gerekir.

Çünkü felsefesiz eğitim olmaz, olamaz… Sanatsız, gelişim sağlanamaz…

Saygılarımla…