Alışkanlık haline getirmişlerdi.

Ülkede seçimle iş başına gelmiş hükümet azıcık yalpalasa, sarsılsa ya da demokratik haklarını kullanmaya kalksa hemen bir yumruk indiriyor…

Darbe yapıyor...

Seçilmiş hükümet ve devlet başkanlarını alaşağı ediyorlardı.

Sözde demokrasi ile yönetiliyorduk ama askeri güç kendini her şeyin üstünde görünce ne amir dinliyor ne atanmışlık dinliyor ne seçilmişleri dinliyordu.

Bir bahane ile hemen asker darbe yapıyor, ülkeyi kaosa sürüklüyorlardı.

Bu yaptıklarına da “Demokrasiyi kurtardık “diyorlardı.

“Bizim çocuklar” diyen Amerika kendine çelme takacak hangi siyasiler varsa hemen tepesine çöküyordu askerler ile.

İlk darbeyi 1946 seçimleri ile sivil darbe yaparak gerçekleştirdiler.

Daha sonra üst üste üç kez seçimi kazanan Demokrat Parti’ye, Adnan Menderes’e karşı yaptılar.

Hırslarını alamadılar, başbakanı, bakanları astılar milletin içindeki kalkışmayı önlemek için.

Neden?

Çünkü halkın gözünü açmış, millete hizmet yollarını genişletmiş, özgürlükler ile ülkeye yatırımlar başlatmıştı Menderes.

İşine gelmedi Amerika’nın.

Bu ağır faturanın altından daha kalkmamışken, bizim gençlik ve üniversite yıllarımızda bir de baktık ki askerler tekrar, seçilmiş başbakan ve hükümete muhtıra veriyor!

Neden?

Öğrenciler yollarda yürüyorlarmış da, ekonomi kötüymüş de, ülkenin güvenliği tehlikedeymiş de…

Falan filan!..

Bahane arıyorlar ya...

Hükümette Süleyman Demirel var ve var gücüyle çalışmaya gayret ederken, ülkeyi siyasi kamplara bölerek gençleri katletmeye alışkın olan ABD, Barajlar Kralı’ndan rahatsız oluyordu.

Ülke gelişecek, büyüyecekti.

Bu durum işlerine gelmiyordu.

Derken asker bir mektupla, adeta kulak çekercesine “Bak ben buradayım haaa!” diyordu 12 Mart 1972 Muhtırası ile Demirel’e.

1960 askeri darbesinin üzerinden henüz on iki yıl geçmişti.

Zaman hızla ilerlemiş ve yetmişli yılların siyasi, anarşi ve ekonomi sıkışmışlığının verdiği ve ülkenin kalkınmasının önüne geçilmesi için verilen gayretler göz ardı edilerek asker bir daha ayaklandı.

Ve 12 Eylül 1980 Askeri darbesini yaptı.

Ülke, içinde bulunduğu huzursuzluk, anarşi ve terörden bir anda bıçakla kesilmişçesine bir gecede duruldu.

Demokrasi rafa kaldırıldı yine ve çocuk yaştaki ülkücü gençleri astılar.

Asker ne derse o oluyordu.

“Bizim çocuklar istediklerini yapıyordu!”

Ülkede ne zaman hafif bir gelişme, büyüme, özgürlük ve refah düzeyi yükselmeye kalksa ABD anında bir bahane ile kendini gösteriyor “Bizim çocuklar” diye hitap ettiği askerleri ayağa kaldırıyordu.

Turgut Özal’a bile kendilerini hatırlatma ihtiyacı gördüler ve ”Biz buradayız bak, haaa!” dediler.

Sonra Büyük Türk milleti Erdoğan hükümetini seçti.

Türk halkına özgüven gelmiş, ülke kalkınma, gelişme yolunda adımlar atacaktı ki bu defa asker elektronik muhtıra verdi 2007’de Erdoğan’a.

Amerika rahatsızdı Erdoğan’dan.

Fakat sert kayaya çarptıklarını anladılar çünkü Erdoğan şapkayı alıp gitmiyor, suratlarına çarpıyordu muhtırayı.

Dik ve sert duruş birilerini son derece rahatsız etmişti.

Her defasından irtica, dincilik, komünizm gibi bahaneler ile askeri darbe yapmaya alışmış bunalımlı ruhlar bu defa 15 Temmuz’da ortaya çıktılar.

Baktılar ki sözden anlamıyor; bu kez askerin içine sızmış teröristler silahlar ve uçaklar ile millete düzen vermeye, Erdoğan’ı idam etmeye, ülkeyi Amerika’ya peşkeş çekmeye çalıştılar.

Ama bu kez millet ayağa kalktı ve onlarca şehit verme pahasına, seçtiğine, ülkesine, milletine, bayrağına sahip çıkarak son darbeyi önledi.

Kısaca şu iyi bilinmelidir ki: Su uyur düşman uyumaz!

Yani, asker uyur ama hainler her zaman iş başındalar ve uyumazlar.

ALLAH, BU DEVLETE VE BU ASİL MİLLETE ZEVAL VERMESİN!