İnsan ve doğası, bir bilinmezlik olarak ölümün kıskacından kurtulmayı becerememiş, ölümden her defasında korkmuş ve bu korku nedeniyle girdiği çare aramalarında ölümü anlamlı yapılarla kutsamak istemiştir. Yaşamın somutluğuna ve mutlak ölüme karşı çeşitli simge ve semboller vasıtasıyla dile getirebileceği, söyleyebileceği ne varsa söylemek istemiştir. 
***
Tarihi seyri içinde ilkel insandan, ilkel topluluklara varıncaya kadar geçen zaman içerisinde geçirdiği değişiklikler, dinlerin ortaya çıkışı ile başkaca bir anlama bürünerek çare aramalarında kendisine adeta bir teselli üretmiştir. 
Atalarımızın bakış açısına gelince; ölüm her zaman yaşamla birlikte ele alınır, yani ölüm bir yok oluş değil yaşamın devamı ve bir yer değiştirme olarak algılanır. Bu o kadar kabul görmüş bir düşüncedir ki, ölüm adlandırmalarında bile kök olarak aynı kaynaktan beslenir. 


***
Biraz açmak gerekirse ölüm öl kökünden türetilmiştir. Çeşitli görüşlere göre “Öl” ıslak, yaş anlamına gelir. Bu anlamların her birinin su kaynaklı olması ve bu kapsamda; “Ölmek” fiilinin kök anlamının su olması, suyun da hayat anlamına gelmesi nedeniyle, ölümün anlamı hayat bulmak şeklinde ifade edilebilir. Bu nedenle Türkler için ölmek, yeni bir hayata geçmek şeklinde anlaşılmalıdır. 
***
Nitekim ölüm terimi yerine kullanılan diğer adlandırmalara bakıldığında, ölümün bir yok oluş değil, dünya değiştirme olduğu görülür. Ölüm yerine kullanılan "kaybolmak", "yolunu kaybetmek", "kuş gibi uçtu" gibi diğer kavramlar, iki dünya arasındaki geçişi işaret eder. 
***
Elbette ki bu inançtan dolayı bir takım ölüm ritüelleri oluşmuştur. Öyle ki ölümden sonra öte dünyada ruhun varlığını sürdürmesi inancı, Şamanizm zamanından kalma  “ruhlarla irtibat kurulması” inancı ve ritüelleriyle birleşerek başka bir boyut kazanır. Bu ritüellerin amacı ölünün öte dünyada hayat bulmasını sağlamaktır ve kanla ilişkili inançlara dayanmaktadır. 
***
Nitekim can kanda hayat bulur. Araştırmalarıma göre Eski Türklerde kırmızı toprak boya ritüeli, hayatın simgesi kabul edilerek kanı ifade eder. Geçmişten günümüze Türklerin ölüm olayının, üçüncü, yedinci ve kırkıncı günleri ile senesinde aş verme, kurban kesme, yas tutma, ağıt yakma ve hayır yapma adetleriyle bu geleneğe uyduğu bilinir. 
***
Yine eski Türklerde ölü ruhunun diğer dünyanın yollarını bilmediği, bu nedenle yurt içinde serserice dolaştığına inanılırdı. Bu durumu önlemek ve onu ruhlar âlemine göndermek için ölümün üçüncü, yedinci ya da kırkıncı gününden sonra ruh gütme töreni yapılırdı. Ruh gütme töreninde Şaman ölü ruhu ile iletişime girer, onun öte dünyaya geçmesine ve diğer ruhlara katılmasına yardımcı olurdu. 
***
Ayrıca, bu törenlerde Şaman ölüler diyarında diğer ruhlarla iletişime geçer, yeni geleni kabul etmeleri için onları ikna ederek ölünün akrabalarını bulur, ölüyü akrabalarına teslim ederek geri döner, yaşayanlara ölmüş yakınlarının selamını iletirdi.