Ahşap Sanayicileri ve Profesyonelleri Derneği (AHŞAPDER) Başkanı Erkan Kalafat, geçenlerde bir paylaşımda bulundu.

Osmangazi Belediyesi ve Nilüfer Belediyesi’nin iki farlı projesini malzeme seçimi açısından ele alan Kalafat, ahşap kullanımından kaçınan yerel yönetimlerdeki düşünce yapısını tartışmaya açarak ‘al birini vur ötekine’ diyordu.

Haksız da sayılmazdı. Her yerde görüyoruz. Bir yeşil alana park yapılacak önce beton dökülüyor.

AHŞAPDER Başkanı Erkan Kalafat’tan, paylaşımındaki mesajını bir izahata dökmesini rica ettim.

Sürdürülebilirlik, kaynakların verimli kullanımı, karbon emisyonu, enerji ve estetik vurgusu yapan Erkan Kalafat şu yorumlamada bulundu:

Araştırmacılara göre ‘sürdürülebilirlik’ genel olarak; ‘kaynakları ve doğal döngüleri tüketmeyen ve onlara zarar vermeyen metot, sistem ve malzemelerin kullanılması anlamına gelmektedir.

Kaynakların etkin kullanımını, yapı malzemelerinin üretimi ile başlayan ve bina yaşam döngüsünce devam eden, yenilenemeyen enerji kullanımını azaltan önemli bir ilke olarak tanımlarken, İnsan yaşam kalitesinin artırılmasının ise insan sağlığı ve konforunu korumanın yanı sıra, insanın yaşam standardını, kültürel, sosyal ve fiziksel çevre kalitesini arttırmayı ve geliştirmeyi hedeflemek olduğunu belirtmektedir.

Dolayısıyla sürdürülebilir yapılar sadece sürdürülebilirlik özellikleri ile değil, çevreye kattığı estetik özellikleriyle de ele alınmalıdır.

Doğaya hükmeden değil onunla uyumlu yaşama düşüncesinde binalar meydana çıkarmalıyız. Kentin özgün mimarisine hizmet verir projeler geliştirmemiz lazım.

Son zamanlarda üzerinde durulan Karbon emisyonları, enerji tüketimi ve estetik kaygılar, Ahşap kullanımını ön plana çıkarmaktadır.

Şehrin yöneticileri üç-beş yıllık dönemleri değil, atalarımız gibi yüzyılları düşünerek planlamalar yapmalı, şehrin herhangi bir yerine bir yapı yapılıyorsa buna o gözle bakarak onay vermelidirler.

Şimdi size iki örnek vermek istiyorum.

Birincisi yıllardır zorluklarla karşılaşılan, alan bulunamayan Osmangazi’nin yeni meydanı, Kent meydanı ile Osmangazi Belediyesi arasındaki meydan.

İnşaatının yapımı izlenebilsin diye pencere bırakılan alan.

Şimdi üzerinde devasa çelik kolonlar ve çatı kaplamaları yükseliyor.

Zannedersiniz Bursa, yeşil değil Çelik Bursa olarak adlandırılacak.

Diğeri, Nilüfer Belediyesi’nin Yıldırım Caddesi’ndeki eski fabrikayı yıkarak, Pancar Deposu Kültür ve Sosyal Yaşam Alanı adı altında yapmaya devam ettiği aynı çelik donatı uygulaması.

Al birini vur ötekine…

Sırf bu iki yeni yapıyı bile görseniz, kentin üst aklının ahşaptan, sürdürülebilirlikten, karbon ayak izinden, enerji sarfiyatından, estetikten bihaber durumda olduğunu görebilirsiniz.

Gönül istiyor ki, şaşaalı afişler, videolar, harcanan emek ve vakitler yerine halkın karşısına, torunlarına bırakabilecekleri, estetik kaygıyı göz ardı etmeyen ahşap yapılarla çıkılsın.

Tüm dünyada bu tür binalar turist çekerek, büyük miktarda şehrin gelirine katkısı olurken, bizler hala ‘bina olsun da nasıl olursa olsun!’ kafasından çıkamamaktayız maalesef.”

Kalafat’ın bitirdiği yerden konunun bağlamını biraz da insan kaynağının verimli kullanımı noktasında genişletmek istiyorum.

Artık finansal kaynakların bu denli kıt olduğu günlerde yapılara değil de insana yatırıma odaklanmalıyız.

İnsandan esirgediğimiz kaynakları, proje adı altında kente yeni küpler kazandırmaya gömmemeliyiz. Evet, ekonomik olarak da siyasi olarak da bir rantı var ama şu gerçeği görmeliyiz ki bunlar kendi kendimizi tüketmenin ötesine geçmiyor.

Bakınız, Bursa bir spor kenti potansiyeline sahiptir. 3,5 milyona yakın nüfusuyla birçok Avrupa ülkesinden daha büyüktür.

İçinden bir değil onlarca spor kulübü çıkarabilir. Neredeyse her spor dalında başarılı sporcular yetiştirebilir.

Ama bunun için hem insan kaynağının hem de finansal kaynağın verimli kullanımı gerekmektedir.

Mesela, Bursa’nın yaklaşık 1 milyar liraya mal olan bir stadyumu var.

Üstelik mimari açıdan vasat, estetikten yoksun, kentin göbeğinde ağzını açmış bir canavar gibi…

Futbol kulübü desen hali ortada!

Acaba bu yatırım, o beton ucubeye değil de insana yapılsaydı neler olabilirdi?

Sporculuk hayali kuran fakat imkânsızlıktan kaybolan onlarca yetenek çıkabilir, milyon avrolu transferlere konu olabilirlerdi…

Sporu geliştirmeyi tesisleşmeden ibaret görmek gibi toplumsal gelişmeyi de mekânsal iyileşmeye indirgemek gafleti içindeyiz.

Öyle bir noktadayız ki yapılar, toplumdan değerli. Ancak unutulmamalı toplumsal maliyet her zaman daha ağır…

Huzur bulsunlar diye park yapıyoruz ama insanda huzur kalmış mı acaba?

Aydınlansınlar diye kütüphane yapıyoruz ama görüyoruz ki gençlerden başka gelen yok.

O gençler de bir ezber çukuruna düşmüş yarış atı gibi ders çalışmaya geliyor. Sırf sessiz olduğu için…

Kültür merkezi yapıyoruz. Yahu içinde kültür yok. Niye? Acaba! Bilmem ki!

Yapıları topluma hazırlamadan önce kesinlikle toplumu o yapılara hazır hale getirmeliyiz ki gelişim olabilsin.

Yoksa çok iyi yapılar var ama içinde o yapılara işlevsellik kazandıracak beşeri birikim ve eylem yok. Bu kaynak israfı değil de nedir?

Ekonomik anlamda zor günlerden geçtiğimiz, umutsuzluk ve karamsarlığın sokakta hâkim olduğu şu dönemde özellikle yerel idarelerin, topluma umut vermek adına bütçelerini insana yöneltmeleri gerek…

İnsana yatırım yapmayan toplum ilerleyebilir mi?

Biz, insana yatırım yapmadığımız gibi kaynaklarımızı da verimsiz kullanıyor ve hesapsız bir savurganlık sergiliyoruz…

Saygılarımla…